EN BÜYÜK BAYRAM BİZİM BAYRAM

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 41

EN BÜYÜK BAYRAM BİZİM BAYRAM

Madem ki, Türkiye’de yaşıyorsun, her 30 Ağustos öncesinde askeri birliklerin, ana yolları kapatıp tanklarıyla toplarıyla prova yaptıklarını bilecek, tedbirini alacaksın!

Ben de bu ülkenin bir vatandaşı olarak her yıl gördüğüm, rastladığım provayı bildiğimi sanıyordum. Meğer yanılmışım.

28 Ağustos sabahı, Ankara caddelerinde karşılaştığım arapsaçına dönmüş trafik beni şaşkına çevirdi. Gazi Üniversitesi’ne gidecektim ve normal koşullarda 15 dakikalık bir yoldu.

Çetin Emeç Bulvarını geçip de Konya yoluna çıkınca afalladım. Kamyonlar, minübüsler, taksiler ve de özel araçlar, tıklım tıklım doldurmuştu yolu. Hiç yeşile dönmeyen kırmızı bir lambanın gazabına uğramış gibiydiler. Aralarındaki boşlukları birkaç santimetreye indirmiş olmalarına rağmen ilerleyemiyorlardı.

Saatin yelkovanının, akrebin etrafında şen şakrak attığı her tura karşılık bizim aracın tekerleği yerinde sayıyordu. Yelkovanın bilmem kaçıncı turundan sonra tekerlek yarım tur dönünce sevindim. "İşte yol açılıyor galiba."

Etrafıma bakındım, "Belediyenin yol genişletme çalışması mı var?" Hayır, iş makinası, kazma kürekle yol kenarında dinlenen işçi grubu da gözükmüyordu. "Ne olabilir?" sorusunun yanıtını almak için yelkovanın sıkıcı turlarını epeyce izlemem gerekti.

Tekerleğin yarım turluk dönüşleriyle 15 dakikada ancak 300 metrelik yolu kat edebildik. Şehirlerarası Otobüs Terminaline yaklaştığımızda gördük ki, asıl çile bundan sonra başlıyor!

Polis araçları terminalin önünden itibaren yolu kesmiş, hiçbir aracı bırakmıyordu. Araçlar, kavşaktan Eskişehir yoluna çevriliyordu. Barikata yaklaştığımızda gördüğümüz manzara tam bir sefaletti. Terminale ulaşmaya çabalayan otobüs yolcuları, "polis barikatı"nın önünde araçlardan iniyor, valizlerini, çantalarını oradan itibaren taşımak zorunda kalıyorlardı.

İlerde ne konuştuklarını anlamıyorduk ama tahmin etmek zor değildi. Otobüsü kaçıracaklarını söyleyip, polise arabayla bırakması için ricacı oluyorlardı büyük olasılıkla.

Polisler, yalvarıp yakarmalara hiç mi hiç prim vermiyor, tek bir aracı bile bırakmıyorlardı. Oysa yol bomboş, dümdüz uzanıyordu önümüzde...

Bizim araç da aynı akıbete uğradı. Eskişehir yoluna yönlendirildik. Orası da karmakarışık hale geldiği için arabanın kilometre ibresi, 15-20’yi hiç geçemedi. Neyse uzatmayalım, Atatürk Orman Çiftliği üzerinden dolaşıp, Gazi Üniversitesi’ne, yolun bir kısmını da yürümek suretiyle vardığımızda 1.5 saati aşkın bir zamanı yolda harcamıştık. Kimseler sormamıştı, "zaman zengini misiniz?" diye...

Kavşakta bir polis görünce merakla sordum, trafiği bu denli karıştıran, insanları işinden gücünden eden ne ola ki? Polis, gayet sakindi.

- 30 Ağustos provaları nedeniyle bugün kapalı.

- İyi de prova henüz başlamamış bile...

- Olsun, kapalı..

Tankların, topların, askeri araçların ne zaman geleceği bile belli değildi. Ama yollar kapanmıştı! Kim bilir, öbür kentlerde durum nasıldı! Provalar, sadece Ankara’da değil, İstanbul’da, İzmir’de tüm kentlerde aynı şekilde, aynı mantıkla sahneleniyordu ne de olsa!

Aklıma gelen ilk soru, "Acaba bu bayram, provasız kutlanamaz mı?" oldu. Öyle ya, prova yapmak için yeterince geniş askeri alanlar mevcut. Ayrıca her yıl aynı caddelerden, aynı nizam intizam içinde geçen askeri birliklerin hâlâ yeterince deneyim kazanmadıklarını söylemek doğru olmasa gerek.

Bir adım daha atalım. 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın kutlama biçimi doğru mu? Neden hâlâ, silahlarımızı, uçaklarımızı, tanklarımızı, askerlerimizi yollara çıkarıp tören yapıyoruz? Sorunun kaynağı bu soruda verdiğimiz yanıtta düğümleniyor.

Kabul etmek lazım ki, bu tür kutlama anlayışı, "soğuk savaş" döneminden kaldı. Özü itibarıyla da bir kutlama değil, sadece bir güç gösterisi! Belki 1950’lerde, 1960’larda askeri güç gösterilerine gerek vardı, "düşmanı korkutup, dostu sevindirmek" için doğru bir yoldu askeri resmi geçitler!

Ama artık günümüzde böylesi kutlamalar eski anlamını yitirdi. Hem kimsenin yürüyen askerleri, jeeplerin üzerinde sıralanan silahları görüp korkacağı yok! Hem de zaten bizim ordumuzdaki silahların sayısını, künyesini, gelmişini geçmişini dünya âlem biliyor, uluslararası savunma dergilerinde tekrarlanıp duruyor. Artık bu çağda dünyada gizli saklı bir şey yok. Herkes düşmanının dostunun gücünü sınamaya, görmeye gerek kalmaksızın biliyor zaten.

Şöyle bir dünyaya bakalım. Acaba askerlerin güç gösterisi yaptığı bayram kutlamaları kaç ülkede kaldı? Ortadoğu’daki komşularımız, Afrika’daki birkaç ülke bize örnek olamaz sanırım. O ligde oynamayı bırakalı çok zaman olmamış mıydı?

Keşke bu konuda da bir kamuoyu araştırması yapabilmek mümkün olsa. Acaba halk, bu tür bayram kutlamalarını destekliyor mu? Her 30 Ağustos’ta ve de öncesinde, tankları, füzeleri, uçaksavarları yollarda görünce memnun mesut oluyor mu?

Anketin sonucunda ne çıkar bilemiyorum. Ama 28 Ağustos sabahı gördüğüm insanların yüzlerinden mutluluk okunmuyordu. Konuştuklarım da olumlu düşünmüyordu.

Hele dönüş yolunda taksi şoförünün söyledikleri, benim de sorunun farklı bir boyutuna yönelmemi sağladı.

- Abi, bu yıl bu uçaklar uçmasa, tanklar yürümese olmaz mıydı? Bu krizde bak ne kadar tasarruf ederdik!

Geçen yıl olsa, aynı taksi şoförü böyle bir tasarrufu aklına bile getirmezdi. Ama ekonomik kriz, gözünü açmış. Artık 30 Ağustos Zafer bayramındaki kutlamalardan tasarrufu aklına getirebiliyor, daha ötesi bu bayramın "kendisine" maliyetini merak edebiliyor.

Belki bir gün gelir, tüm bayramları yeniden değerlendiririz. O zaman 23 Nisan’ı, 19 Mayıs’ı, 30 Ağustos’u ayrı ayrı kutlamaktansa sadece 29 Ekim’i, bu ülkenin tüm vatandaşlarının coşkuyla katıldığı, günler geceler süren gerçek bir şölene dönüştürürüz. Nihayetinde hepsi de Cumhuriyet’in kuruluşunun aşamaları.

Ne dersiniz, en büyük bayram, Cumhuriyet Bayramı değil mi? Cumhuriyet Bayramı, Atatürk’ün Samsum’a ayak basmasını, Kurtuluş Savaşındaki zaferleri, ulusal egemenliği, dahası Cumhuriyet Türkiyesi’nin bütün değerlerini yeterince simgelemiyor mu?

Faruk Bildirici / Tempo / 13-19 Eylül 2001