DÖNECEKSEN DÖN ARTIK VE GÖR OLACAKLARI

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 39

DÖNECEKSEN DÖN ARTIK VE GÖR OLACAKLARI

Vapur, Anadoluhisarı iskelesine yaklaşıyordu. Güvertedeki tahta sıraların üzerine kurdukları çilingir sofrasında demlenen akşam yolcuları, son kadehlerini şıkırdattılar.

Rakı kadehleri boşalırken, kıyıdaki yalılar göründü. İskeleye neredeyse bitişik yalının bahçesinde yaşlıca bir adam, masaya yaydığı kâğıtların üzerine eğilmiş, çalışıyordu. Omuzuna hafif bir hırka almış, sırtını duvara vermişti. Yüzü denize dönüktü.

Vapur yolcuları hemen tanıdı onu. "İnönü yine çalışıyor" dedi birisi. Sonra iki elini birden kaldırdı, İnönü’ye doğru hararetle salladı.

- Erdal bey, Erdal bey, ne zaman döneceksin?

İnönü, başını hafifçe kaldırdı, her zamanki müstehzi edasıyla gülümsedi. Boğaz hattı vapurundan gelen dostça seslenişlere alışkındı. Kâğıtlarına döndü yeniden.

Her iskelede durarak yol alan "Çingene vapuru", yaz akşamlarında bir başkadır. Tahtakale’de gün boyu dolar alıp satanlar, Mısır çarşısının toptancıları, Mercan’ın hamalları, Mahmutpaşa’nın esnafı biner Eminönü’nden. Günün yorgunluğu çökmüştür üzerlerine.

Vapurun kıç güvertesinde yolcular farklıdır. Her akşam 17.35 seferine binen bir grup vardır, bir de 18.10 seferine yetişebilen. Onların diğerlerinden farkı, inecekleri iskeleye varmak için aceleleri olmamasıdır. Yolculuğun kendisini severler, ya meyhaneye gidecek paraları yoktur, ya da kadınları izin vermemektedir. Ne yapsınlar? Rakı sofrasını kurarlar denizin ortasına.

Sohbet konuları da değişmez. Haftanın ilk ve son günleri futboldan söz ederler. Yenilen takımın taraftarına takılmalar, kahkahalar. Kalan iş günlerinde ise siyaset konuşur, memleketi kurtarmaya çalışırlar.

Bu yaz, rakı sohbetlerinin değişmez konusu haliyle ekonomik kriz. "Ne olacak bu memleketin hali?" deyip karalar bağlıyorlar. Tahtakale’de çalışan, "piyasa kahramanları"nın ağzına bakıyorlar ama onlar da burunlarının ucunu göremez halde.

İnönü’yü gördükleri o temmuz akşamında da bu durumdaydılar. Siyasetteki çıkmazdan, partilere ve politikacılara güvensizlikti sohbetin konusu. İnönü’ye haykırmak iyi geldi, rahatladılar.

15 gün kadar sonra, Ağustos ayının ilk günlerinde "Çingene vapuru" Anadolu hisarı iskelesine yanaşırken, İnönü’nün kararı hâlâ kesinleşmemişti. Partiyi kurup, siyasete dönecek gibi görünüyordu ama ikircikli açıklamalarının da henüz sonu gelmemişti.

18.10 vapuru geçerken, İnönü yine bahçedeydi. Yine masanın üzerine eğilmiş, bir şeyler yazıyor, okuyordu. Duvarın öbür yanında oltalarını denize sarkıtmış balık tutan insanların sohbetlerinden hiç mi hiç etkilenmiyordu.

Vapur tam yalının kıyısından geçerken, güvertede demlenenlerden biri bağırdı:

- Erdal bey, Erdal bey, döneceksen dön artık...

İnönü, bu kez gülümsemekle yetinmedi, elini kaldırdı, selam verdi. İlkine göre daha sıcak bir karşılık vermişti...

Vapurdan gelen "Döneceksen dön artık" haykırışlarından İnönü’nün iç dünyasında büyük yankı yaptığı muhakkak. İnönü, 1983’te siyasete ilk kez girerken de benzer bir süreçten geçmişti, insanların "Demokrasinin sana ihtiyacı var" ısrarından etkilenmişti.

Nereden biliyoruz? Yazdığı ciltler dolusu anılarından. İnönü’nün anıları, onun iç dünyasına yolculuk etmek için mükemmel bir yol haritası. Okuyalım.

Yıl 1983. 12 Eylül dönemi sona ermek üzeredir, siyasi partilerin yeniden kuruluş hazırlıkları başlamıştır. Önce işadamı İbrahim Cevahir, ardından da CHP Genel Sekreteri Mustafa Üstündağ, İnönü’ye gelirler:

- Siz ortaya çıkarsanız başka olur, herkes etrafınızda toplanır. Babanız vaktiyle demokrasiyi kurtarmak için bize görevler vermişti. Şimdi sıra sizde.

İnönü, ertesi gün Necdet Uğur’u ziyaret eder. O da aynı görüştedir. "Siz sadece yeni bir sosyal demokrat parti kurmak için ortaya çıktığınızı ilan ediniz. Bu yeter." Etkileyici bir konuşmadır. Ama İnönü yine karar veremez, düşünmek için zaman ister.

Birkaç gün sonra İstanbul Üniversitesi’nden üç tıp profesörü yalıya gelir. Siyasete girmesinin zorunlu olduğunu savunurlar. Başka bir akşam, bir dostunun evindeki yemekte, bu kez CHP’li tanınmış bir politikacı aynı yönde konuşur.

Gebze’deki araştırma enstitüsünde çalışırken, "düşük tirajlı bir gazetenin iki muhabiri" İnönü’yle görüşür. Bilimsel projeler konusunda uzun uzun sorular sorup notlar alırlar. Ayrılırken sanki o an akıllarına gelmiş gibi siyasete atılıp atılmayacağını sorarlar. İnönü, "Hayır" der. O ana kadar bilimsel programları da havaya anlattığını anlamış olur.

Başka bir akşam da 30 yıl önce doktora öğrenimi sırasında tanıdığı ve bir daha görmediği Amerikalı bir arkadaşı, eşiyle birlikte uğrar. O da sohbet sırasında siyasete girip girmeyeceğini sorar. Ona da düşünmediğini söyler. İşte o an İnönü’nün zihninde şimşek çakar, rotası siyasete döner:

"..evimize geliş nedeninin bu soruyu sormak olduğu şüphesi zihnimde belirdi. Şüphenin temeli var mıydı, yok muydu anlayamadım. Ama kendi kendime, ’Demek ki benim bu aşamada siyasal bir rol oynamamı istemeyen ya da bunu önemli bir etken diye gören bazı çevreler var’ diye düşünmeye başladım."(*)

Böyle düşünmeye başladıktan sonra çark hızlı dönmeye başladı. Eşi Sevinç hanımın itirazları, eski CHP yöneticilerinin bitmek tükenmek bilmeyen ısrarları sürüp gitti. Arada yaşadığı gel gitlerden sonra İnönü, nihayet kararını verip, siyasete çivileme daldı.

Eski CHP’lilerin bir çatı altında toplanmasını sağladı. SODEP’i yerel yönetimlerde iktidara taşıdı ama sonra hızla inişe geçti. 6 Haziran 1993’te siyasetten ayrılırken kendisi de itiraf etti:

- Siyasetin kendine özgü koşulları ve estetiği var. Ben bunları tam olarak yerine getiremiyorum.

Haklıydı. 10 yıllık siyaset macerasından geriye, Demirel’in cumhurbaşkanı yapılması, Çiller’in başbakanlığa taşınması, Baykal’a karşı kurultay zaferleri ve yıkılmış bir SODEP kaldı.

Siyasetteki en büyük başarısı, veda etme büyüklüğünü gösterebilmesiydi. İnsanlarımız böylesi bir davranışa alışık değildi. O nedenledir ki, çekilmeyi bilen İnönü yüceldi, alkışlandı. Ne gariptir ki, alkışlar, İnönü’ye 10 yıllık siyaset denemesinin başarısızlıklarını unutturmuşa benziyor.

Erdal bey, ne siyasetçilerin çağrılarına aldanmalı bu kez, ne de "Çingene vapuru"ndan gelen "Erdal bey, Erdal bey, döneceksen dön artık" haykırışlarına...

Gerçekten aldanıp da dönerse -ki öyle görünüyor- olacaklara en başta kendisi üzülecektir. Bu kez sahneden alkışlarla çekilme fırsatı bulamayabilir...

(*) Anılar ve Düşünceler, Erdal İnönü, İdea İletişim, Sayfa 222-236)

Faruk Bildirici / Tempo / 30 Ağustos-5 Eylül 2001