DİLERİM AİLE ALBÜMÜM SAHAFLARA DÜŞMEZ

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 54

DİLERİM AİLE ALBÜMÜM SAHAFLARA DÜŞMEZ

Nedense o gün sahafa girer girmez kitaplara değil de karton kutulara doldurulmuş eski fotoğraflara yöneldim. Sararmış, kenarları kıvrılmış, arkalarına el yazılarıyla tarih notu düşülmüş fotoğrafları karıştırmaya başladım.

Birden fotoğraf yığınının altına gizlenmiş, bordo kapaklı iki albüm dikkatimi çekti. Merakla çıkardım bulundukları yerden. Tozlarını silip, birinin kapağını açtım. Köşebentlerle tutturulmuş fotoğraflar, kahverengi kalın sayfalara simetrik biçimde, tarih sırasına göre düzenli olarak yerleştirilmişti. Özenli bir elden çıktığı her sayfasından belliydi.

Sayfaları çevirdikçe, adını bilmediğim bir ailenin yaşamından enstantanelerle karşılaştım. Albüm, evlilik fotoğraflarıyla başlıyor; yaşlılık günlerine doğru ilerliyordu.

Karı koca, arkadaşlarıyla çıktıkları pikniklerde, eğlendikleri düğünlerde, toplu yemeklerde, Anıtkabir gezisinde fotoğraflar çektirmişlerdi. Kamuda görev alan bir mimar olduğu anlaşılan erkek, pek çok yer değiştirmiş, farklı binalarda çalışmıştı. Emekliliği sırasında arkadaşları ona prinç bir vazo hediye etmiş, gözyaşlarıyla uğurlamışlardı.

Ailede yaşamın olağan seyrinde ilerlediğini söylüyordu fotoğraflar. Tek sorun albümün ilk sayfalarında birkaç kez fotoğrafı görülen küçük kız çocuğunun izinin kaybolmasıydı. Ailenin küçük kızının başına gelenlerle ilgili hiçbir ipucu yoktu albümde.

Kim bilir neler yaşamışlardı? Belki çocuklarını kaybetmişler, belki de olağandışı hiçbir şey olmamış da fotoğrafını başka bir albüme yerleştirmişlerdi! Fotoğraflar sır saklayınca, olanları bilmem imkânsızlaşıyordu.

Fakat ne olmuşsa olmuş, ailenin albümü başka ellere geçmiş, sahaflara düşmüştü. Ailenin özel tarihinin saklandığı "çelik kasa" olan "aile albümü", sahafa yolu düşen herkesin el atabileceği "mal" haline gelmiş, hiçbir mahremiyeti kalmamıştı.

Hayatta olsalar, asla dokunamayacağım, sayfalarını çeviremeyeceğim albüm, ailenin yabancısı olan benim ellerimdeydi. Ne benim o "aile albümü"ne dokunmaya hakkım vardı aslında, ne de o aile yıllarca üzerine titredikleri, her mutlu anı en değerli hazineleri olarak resmedip ekledikleri albümleri böylesine orta malı olmayı hak etmişti!

Tanımadığım, bilmediğim, belki de aynı zaman dilimlerinde yaşamadığım, aynı mekânlarda dolaşmadığım, zevklerini, kederlerini asla bilemeyeceğim insanların sararmış fotoğraflarına ne zaman baksam hep aynı duyguya kapılırım. Albümün asıl sahipleri adına üzülürüm. Yine öyle oldu, hüzün kapladı içimi.

Evlerinden, yurtlarından zorla kaçırılmış kadınların yarı çıplak satıldığı pazarların resimlerini hatırladım. O kadınlara dokunmak kadar iğrenç geldi bu albümleri elimde tutmak! Aniden irkildim. Albümler alev alev olmuş, ellerimi yakıyordu. Aldığım yere, kutunun dibine bırakıverdim.

"Ben de geçen hafta evdeki albümleri yeniden düzenlemiştim. Ya ilerde birileri de sahafta görüp benim albümlerime böyle bakarlarsa? Hayır, hayır bakmasınlar. Gerekirse vasiyet edeyim, albümlerimi yakın ama sakın satmayın."

O sırada sahaf yanıma geldi. Bordo kapaklı albümlere dalıp gittiğimi görünce alıcı sanmış olsa gerek. Kendimi hızla toparlayıp, soru sormasına vakit bırakmadım. Albümlere biçtiği değeri öğrenmek istemiyordum:

- Neden satıyorsunuz bu eski fotoğrafları?

- Son yıllarda meraklısı arttı. Para kazandırıyor.

- İyi de başkalarının albümlerini neden alıyorlar? Ne işlerine yarar ki?

- Valla ben de merak edip birine sordum bu soruyu. "Yaşadıkları güzel geçmişe bakmak için alıyorum" dedi. Zaman zaman çıkarıp incelemek, fotoğraflara bakıp hayal kurmak hoşuna gidiyormuş...

Tarihçilerin, araştırmacıların, antropologların bu fotoğraflara ilgi göstermesi anlaşılır bir davranış. Ama araştırma gibi bir amacı olmayan insanların, tanımadığı ailelerin albümlerini satın alıp evlerine götürmeye ne hakları var? Paralarının gücüne dayanıp başkalarının "özel tarihleri"ne el koyuyorlar. Düpedüz haksızlık bu.

Sahaf, bekleneceği gibi karşı çıktı bu düşünceme. Ona göre ortada ne haksızlık vardı, ne de başkalarına saygısızlık. İki tarafın da gönüllü biçimde katıldığı bir alışveriş söz konusuydu.

- İyi de o ailelerden insanlar albümlerini kendileri getirip satıyorlar. Kimse çalıp getirmiyor ki buraya!

Maalesef sahafın sözleri gerçeği yansıtıyordu. Küçük çaplı bir araştırma bunu anlamama yetti. Sahipsiz kalan albümlerin farklı kanallardan sahaflara ulaştığı durumlar oluyordu. Fakat daha çok insanlar bizzat kendi elleriyle götürüp satıyorlardı aile büyüklerinin albümlerini.

İşin parasal yanını düşünenler, albümlerdeki yaşamın mahremiyetine en küçük bir saygı göstermiyor; bir parçası oldukları geçmişle bütünleşmek, onu korumak yerine üç kuruşa elden çıkarmayı yeğliyorlardı.

Satışa çıkardıklarının kendi bireysel tarihleri olduğunu önemsemiyor, daha doğrusu albümlerdeki "tarihi" hiç umursamıyorlardı. Albümlerdeki tarihin kokusunu alamayanlar, doğal olarak satışa çıkardıkları albümün kimi zaman bir kurumun, dolayısıyla bu ülkenin tarihinin parçası olduğunu da ayırt edemiyorlardı.

Galatasaray camiası, yakın geçmişte yaşadı böyle bir durumu. Galatasaray’ın simge isimlerinden biri olan "Ferruhzat Hoca"nın (Turaç) albümleri, ölümünden sonra ailesi tarafından elden çıkarıldı. Sahaflara satılan 12 albüm, "Ferruhzat Hoca"nın gençlik yıllarına, gezilerine, coğrafya öğretmenliği ve başmuavinlik yaptığı yıllardaki okul faaliyetlerine ve hatta De Gaulle’nin Galatasaray Lisesine yaptığı ziyarete ilişkin yüzlerce fotoğrafla doluydu.

Albümlerin peşine düşen Galatasaray Eğitim Vakfı, bir sahafta bulduğu albümleri geri aldı. Vakıf, albümler için 600 milyon lira ödedi ama aslında Galatasaray arşivi, kendi tarihinin değerli bir parçasını kazandı.

Yaşamının neredeyse tamamı Galatasaray kurumlarında geçmiş, emekli olduktan sonra da Galatasaray Müzesini yönetmiş olan "Ferruhzat Hoca"nın fotoğrafları, Galatasaray’ın kurumsal tarihindeki yerini almış oldu.

"Ferruhzat Hoca" gibi bir insanın yakınlarının o albümleri sahaflara satmak yerine götürüp Galatasaray Müzesine vermemeleri dikkate değer bir yanlış. Eğer bilemediğimiz başka bir gerekçe yoksa bu davranışları, o fotoğrafların tarihi yanını pek de önemsemediklerini, daha vahimi "tarih bilinci"ne sahip olmadıklarını gösteriyor

Asıl üzücü olan, "Ferruhzat Hoca"nın yakınlarıyla benzer özellikleri taşıyanların giderek artması. Onlar sayesinde sahaflar, para kazanmak uğruna satılan aile albümleriyle dolup taşıyor.

Oysa albümler tarihin yalansız, dolansız yüzüdür. Resmi tarihin dolambaçlı yollarında kaybolmamanın garantili yoludur albümler. Tarihin kokusunu, rengini, o aile albümlerindeki fotoğraflar kadar dobra dobra başka ne yansıtabilir ki? Sanırım hiçbir şey...

Faruk Bildirici / Tempo / 13-19 Aralık 2001

YEDİ YIL SONRA GELEN AÇIKLAMA

Ben Ferruhzat Turaç’ın torunu Güneş Turaç...

"13-19 Aralık 2001/Tempo" tarihli ve "Dilerim Aile Albümüm Sahaflara Düşmez" başlıklı yazınızda dedemizin kişisel albümlerini antika dükkânlarına sattığımız iddiasında bulunmuşsunuz, ancak bu olay tam bu şekilde gerçekleşmedi...

Ben ve kardeşim Yasemin ninemin vefatından sonra Fenerbahçe’deki evde dedemle birlikte üç kişi kaldık ben o zaman liseyi yeni bitirmiştim kardeşim ise orta sondaydı bir süre sonra dedemin de vefatı ile biz iki kardeş baş başa kaldık ve evden taşınmaya anne tarafımızdan büyüklerimizin yanına yerleşmeye karar verdik. Aile büyüklerimizin de fikrini alarak evimizi satmak yönünde de karar aldık...

Bu taşınma operasyonunu iki kardeş üstlendik ve taşınmamız esnasında maalesef bazı kolilerimiz kayboldu ya da unuttuk...

Biz dedemin albümleri öğrenci resimleri ve gezi resimlerini karıştırarak onlarla oynayarak büyüdük dedem ne zaman evde birimizi boş yakalasa hemen yanına çağırır açar bir albüm ve "bak burası şurası, bu resim şu gezide çekildi, bak bu atıyorum 5555 Kemal diye anlatır adeta o albümlerle o günleri yeniden yaşardı.

Ve biz iki kardeş dedemizle bu kadar çok anımız olan değerleri kaybettiğimiz için çok üzülmüştük başlarına bahsettiğiniz olayların geldiğinden haberimiz bile yoktu ta ki ben bu gece Google’da can sıkıntısından dedemin adını yazıp Search butonuna basana kadar...

Bu olaylar olurken eskiden kontak halinde olduğumuz ve dedemin hastalığı suresince ve cenazesi boyunca maddi manevi yardımlarını esirmeyen Galatasaray Eğitim Vakfı ve Bener Akbaş - İnan Kıraç ile de uzak kaldık... Dolayısıyla bize ulaşmak istedilerse "çocuklar biz bu albümleri burada bulduk ne yaptınız siz?" demek istedilerse de ulaşamadılar.

Dedemiz ve ninemiz ile ilgili diğer tüm her şeyi evimizde duvarlarımızda çekmecelerimizde ve anılarımızda yaşattığımızdan emin olabilirsiniz.

Seneler sonra da olsa bu konuda sizi bilgilendirme gereği duydum.

Saygılarımla