DOKTORLARIN ELİNDEN GELEN

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 137

DOKTORLARIN ELİNDEN GELEN

"Kulağımızı muhtelif köşelere koyarsak Necati’yi yere seren kaza kurşununun uğultusunu pek de seyrek işitmeyiz."

Dönemin Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam’dı bu sözleri söyleyen. 35 yaşındaki Eğitim Bakanı Mustafa Necati Beyin ölümüyle ilgili iddialar ve haberler üzerine Meclis kürsüsüne çıkmış, suçlamaları yanıtlıyordu.

Henüz Cumhuriyet kurulalı altı yıl olmuştu. Mustafa Necati Bey de, tüm ülkeyi inşaat alanına dönüştüren cumhuriyet yönetiminin önemli bir ismiydi. Yeni harflerin halka öğretileceği Millet Mektepleri’ne büyük emek vermiş, ancak tam da bu mekteplerin açılacağı gün yaşamını yitirmişti.

Ölüm nedeni ise o gün için bile çözümü mümkün bir hastalık olan apandistti. Nitekim 29 Aralık 1928 cumartesi günü ilk ağrıları başladığı sırada da Ankaralı doktorlar hemen teşhis koydu; Akut apandisit.

Acil ameliyat gerekiyordu. Fakat Necati Bey ve ailesi, İstanbul’dan gelecek doktorları beklemeyi yeğledi. Ünlü doktorların tümü İstanbul’daydı, Ankara’daki doktor sayısı da teknik olanaklar da yetersizdi.

Ancak saatler ilerledikçe Necati Beyin sancıları artıyordu. Doktorlar toplanıp hemen ameliyata almaya karar verdiler. 31 Aralık 1928 sabahı Özel Sıhhat Yurdu’nda ameliyat ettiler.

Ameliyat sonrasında Necati Beyin durumu düzelmedi, giderek daha da kötüleşti. Gecenin ilerleyen saatlerinde başvekil İsmet İnönü de sevdiği bu insanı ziyarete gelerek, tam altı saat boyunca yanında oturdu.

Necati Bey, ağırlaşmasına rağmen bakanlığı unutamıyordu. Bir ara güç bulunca hemen fısıldadı:

- Ragıp’ı çağırın, ne oldu millet mektepleri?

İlk tedrisat umum müdürü Ragıp Beyi kastediyordu. Milletvekili arkadaşları ve Maarif Müsteşarı, üzüntüyle baktılar ona. Artık bakan konuşabilecek durumda değildi. Nitekim az sonra yanına gelen Talim Terbiye Reisi Emin Beyi de tanıyamadı ve milletvekili arkadaşlarının üzüntülü bakışları altında yaşama gözlerini yumdu.

Mustafa Necati Beyin 1 Ocak 1929’daki ölümü, Cumhuriyet’in sağlık alanındaki ilk tartışmalarından birine yol açtı. Son Saat gazetesinde Hakkı Tarık, yazısına "Tıp âleminden hesap isteriz" başlığını koyup, soruyordu:

- Biz Necati’nin hayatını kimden alacaklıyız, bunu bilmeliyiz; İstanbul’dan gelen doktorlar ameliyatı yolunda yapılmış bulmuşlar; ala, fakat ameliyattan önceki teşhisi nasıl bulmuşlar?

Bu yazının ardından öbür gazeteler de eleştirilere katılınca tartışmalar, İstanbul-Ankara kavgasına dönüştü. Ankaralı doktorlar, ortak bir açıklamayla yanıt verdiler suçlamalara.

Polemikler bitmek tükenmek bilmeyince konu Meclis’e yansıdı. İşte o zaman kürsüye çıktı Sağlık Bakanı Refik Saydam. Ardından sağlık ile ilgili durum saptamasında bulundu:

- Ankara’dayız, bir hastamız ve hususiyle paramız vardır. Ya İstanbul’dan hekim bekliyoruz ya hastayı İstanbul’a göndermek istiyoruz. İstanbul’dayız; ne bir hastamız ne de paramız müsaittir. Ya Avrupa’ya göndermek istiyoruz Avrupa’dan hekim gelse diyoruz.

Refik Saydam’ın bu sözleriyle noktalanan o kavgayla ilgili gelişmeleri yine doktorların bir çalışmasından öğreniyoruz. Dr. H. Zafer Kars’ın "1929 Polemikleri" adlı çalışmasını Türk Tabipleri Birliği yayınlamış.

Düşünün ki, Türkiye’de tıp artık doktor hataları ile ilgili ilk ciddi tartışmayı günümüze taşımakta bir sakınca görmüyor. O günlerde bir apandisit ile baş edemeyen Türkiye’de bugün tıp bırakın İstanbul-Ankara arasında hasta taşımayı, Avrupa’ya hasta gönderme günlerini bile geride bıraktı.

Elbette yüzlerce neden var Türkiye’de tıbbın bugünkü düzeyine gelmesinde etkili olan. Ancak içinde bulunulan rejimin önemi de ortada. Cumhuriyet ve -sorunları da olsa- demokrasinin tıbbın gelişmesinde etkisi olduğu kuşku götürmez.

Neden bunları uzun uzun anlatıyorum? Bir de İran’a bakın! İslam Cumhuriyeti diye yasaklarla, karanlıklarla dolu bir rejim var orada. İran tıbbı diğer birçok alanda olduğu gibi müthiş bir gerileme içinde.

Bunun kanıtı da İranlı yapışık kardeşler Lale ve Ladan Bijani’nin kendi ülkelerinde çare bulamayınca ameliyat için Singapur’a gitmek zorunda kalmaları.

İki kız kardeşin ölümünde mollaların da payı büyük...

Faruk Bildirici / Tempo / 17-23 Temmuz 2003