DAVUT DURSUN

...

Davut Dursun, beş yıldır RTÜK üyesiydi. Altı ay kadar önce de RTÜK Başkanlığına seçildi. Her ne kadar üniversite kökenliyse de, TV programları yaptığı, Yeni Şafak’ta yazdığı için medyaya da uzak olmayan bir isim.

BAŞKAN OLUNCA YAZMAYI BIRAKTIM: YAZMAMAK ZOR GELDİ

Doğrusu yazı yazmamanın beni bu kadar olumsuz etkileyeceğini hiç düşünmemiştim. Yeni Şafak’a, çıktığı günden itibaren haftada iki gün yazıyordum. Neredeyse 15 senedir. Yazmayla ilgili alışkanlıklarımı terk etmek zor geldi. Yazarken mecburen günceli takip ediyorsunuz, yazacağınız şeyi zihninizde kurguluyorsunuz. Yazmayınca bu dinamik süreçten kopuyorsunuz.

TV MACERAM UZUN: İLK TARTIŞMA PROGRAMINI BEN YAPTIM

Bayağı televizyon maceramız var. 95’te Kanal 7’de "Pazardan Pazara" programına başladığımızda Türkiye’de farklı kesimlerin birlikte tartışma geleneği yoktu. İlk programa Sayın Başbakanı konuk etmiştim. Tayyip bey ile önceden tanışırdık. Sonra "Siyaset ve Toplum" adlı programı yaptık. Mehmet Metiner’le "Tartışma Zemini"ni uzun zaman götüremedik, o ayrıldı. "Mayın Tarlası" programında Ayşe Önal’la Ahmet Hakan arasında uyumsuzluk çıktı. Ahmet Hakan ayrılınca yönetim o programa geçmemi istedi. 1.5 sene kadar Ayşe hanımla beraber yaptık. 28 Şubat sürecinde TV kendine çeki-düzen vermek zorunda kalınca programı bitirdi. Hem "İskele Sancak"a rakip gibi olmuştu.

MİLLİ GAZETE’DE BAŞLADIM: AKİT’TE YAZILARIM LİGHT DÜŞTÜ

1974-75’te Rize’de öğretmenken okuma oburluğu içindeydim. Milli Gazete’ye de haber geçiyordum. O dönemdeki yazılarımın sürekliliği yoktu, gelişigüzeldi. Yeni Şafak’tan önce Akit’te haftada bir yazıyordum. Hasan Bey (Karakaya) arkadaşımdı. O ısrar edince yazdım. Sonra baktık bizim yazılar light düştü orada. Yazılarım Akit’in politikasıyla uyuşmadı. Bu olmayacak dedim.

ASKERİ MÜDAHALE BELGESELİ: ASKERİN ETKİSİ SIFIRLANAMAZ

12 bölümlük "Ertesi gün" belgeselini bir elin parmakları kadar az kişiyle yaptık. Metni ben yazdım, Yalçın Akdoğan katkıda bulundu. Askeri müdahalelerle bu kadar ilgilenmem o belgesel dolayısıyla oldu. Bugünkü darbe tartışmaları bana yeni gelmiyor. Askerin rolü konusunda değişim yaşanıyor tabii. Yavaş yavaş eviriliyor, asker siyaset üzerindeki etkisini geri çekiyor ama sıfırlamak Türkiye şartlarında çok zor, imkânsız gibi. Bu işin kültürel ve geleneksel tarafı var.

SİYASETTE AKTİF OLMADIM: ÖĞRETMENLİK YAPARAK OKUDUM

Öğretmenliğe 1972’de Konya Cihanbeyli’de başladım. Arkasından Rize’de dört sene öğretmenlik yaptım. Biraderlerimin okuması için çalışmam gerekiyordu. Onlar üzerimden kopunca üniversiteye gidebildim. Üniversite okumak içimde bir ukdeydi. Fark dersleri verip lise diploması alarak üniversite sınavına girdim. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Yüksekokulu’na gitmem tesadüf değildi; gazeteciliğe özel ilgim vardı. O yıllar üniversite olayları vardı. Fakültemizde sol kesim egemendi. Bana karşı bir olumsuzluk olmadı. Sabah üniversiteye, öğleyin de Sütlüce’ye tayin olduğum okula koşuyordum Akşamları da Fransızca öğrenmek için Taksim’e gidiyordum. Vakit buldukça bazı yürüyüşlere, protestolara katıldım ama siyasi hareketlerde aktif rol almadım.

TOKTAMIŞ HOCA ETKİLEDİ: NECİP FAZIL OKUDUM

Gazeteciliğin 2. sınıfında Profesör Toktamış Ateş’in Türk siyasi hayatıyla ilgili derste verdiği ödev benim için belirleyici rol oynamıştı. İslamın sosyal yapısı hakkındaki sosyoloji kitaplarını okumuş, notlamıştım. Necip Fazıl’ın kitaplarını okuyordum, Sezai Karakoç yine çok etkili bir isimdi, onun şiirlerini, kitaplarını arkadaşlar getirirlerdi. Ama Behçet Necatigil’i de çok severdim okurdum.

İLKOKULU KÖYDE OKUDUM: GECEYARISI BOYKOTA ÇIKTIK

İlkokulu köyde okudum. İlkokul 4’teydim babam vefat ettiğinde. Annemizle baş başa kaldık. Ortaokulda Borçka’da annemin teyzesinin yanında kaldım. Kocası vaazdı. Dini konularda etkilemiş olabilir ama zaten dindar bir aileyiz. Ortaokuldan sonra Artvin öğretmen okuluna gittim. İdeolojik faaliyetler liselere de sirayet etmişti. Bir gece yarısı bizi boykota götürdü büyükler. Neyi boykot ettiğimizi bilmiyorduk. Biz yatakhaneleri boşaltınca müdür de pijamayla çıktı. Yalvardı yakardı, evlatlarım yapmayın diye. Çoruh boyuna gittik. Zeytin ağaçlarının altına oturduk, uyuduk. Fakat acıkınca öğleden sonra geri döndük.

ÇOK ÖVDÜLER EVLENDİM: EŞİMİN ÖZEL ANLAMI VARDIR

Evlendiğimde üniversitedeydim. Gemlik’te babamın amcası vardı oraya gidip gelirdim. Eşim, onların komşusunun tanıdığıymış. İşte çok övmüşlerdi iyi kızdır vesaire. Görüşelim dedim. Öyle oldu evlenmemiz. Benim için elbette eşimin özel bir anlamı vardır. Eşim, kendine göre belli duyarlılıkları olan birisidir.

LOBYO PHALA SEVERİM: KÖYÜMDE RAHAT NEFES ALIRIM

Mindiyet doğduğum köyün, Macahel ise bölgenin adı. Memlekete her sene bir iki kez giderim. Annemi ziyarete ederim. Oraya gittiğim zaman rahat nefes alıyorum. İşte o tabiat, doğa, hatıralar. Lobyo phala, fasulyeli ve cevizli karalâhana yemeği vardır. Onu sevdiğimi bilirler, gittiğimde hemen yaparlar

ANSİKLOPEDİDE ÇALIŞTIM: UFUK URAS ALININCA KIZDIM

Doktora tezim "Osmanlı Devletinde siyaset ve din ilişkileri" idi. İstanbul iletişim ilk kez araştırma görevlisi alacaktı ama ayak oyunlarıyla elendik. Uluslararası ilişkiler bölümüne de müracaat etmiştim Ufuk Uras alınınca canım sıkıldı. Bölüm Başkanı Profesör Esat Çam’a sordum. "Toktamış Ateş ona söz vermiş, maarif koleji mezunudur, yabancı dili daha iyiydi" dedi. Tez danışmanım Profesör Acar Örnek, Uludağ’a aldırdı. Üç sene Bursa’da kaldık. Fakat hiç mutlu olmadık. Dışarıdan zorla kazandırılmış eleman gibi görüldük. İstanbul’a dönme hesabı yaparken Diyanet Vakfı’nın "İslam Ansiklopedisi" projesinin yardımcılığını üstlenen yurttan arkadaşım Ahmet Özel, "Beraber çalışalım" dedi. Peki deyip, 6 sene orada çalıştım. İyi oldu, yeni çevre edindim. Kitaplarımın çoğunu orada ürettim. Çok hareketli ve verimli yıllardı.

28 ŞUBAT KOŞULLARI: PROFESÖRLÜĞÜMÜ GECİKTİRDİLER

Üniversite özlemi içimde hep vardı. Ansiklopedinin maddi imkânları daha iyi olduğu için devam ediyordum. Sonra bir anlaşmazlık oldu ansiklopedi yönetimiyle hemen ayrıldım. Ansiklopedideyken din bürokrasisi teziyle almıştım doçentliğimi. Marmara Üniversitesi’nde spor yüksekokulunda spor yönetimi bölümüne atandım, bordromu da düzenlediler. O arada Sakarya’ya da müracaat etmiştim. Kurucu dekan Prof. Dr. Sebahattin Zaim’e gittim, "Hocam Marmara’da başlayacağım, sizinki geç kaldı" dedim. Hoca kızdı bana. "Size imkânlar hazırlayalım diye bu yaşımızda buraya geliyoruz, spor okulunda ne işin var" dedi. Çok üzüldüm, atamanızı bekleyeceğim dedim. Bir ay içinde atandım, 1994’te Sakarya’da başladım. O yıl rektör değişti. İsmail Çallı diye birisi rektör oldu. Zaim döneminde gelenlere yapmadığını bırakmadı. Bana da kadromu vermedi. Yeni rektör haksızlıkları giderdi, bana da kadro verildi. Profesörlüğü 7-8 senelik bir gecikmeyle almış oldum.

LİBERAL ÇİZGİDEYİM: TOPLUMSAL DEĞERDE MUHAFAZAKÂRIM

Daha liberal çizgide bir duruşum var. Bir muhafazakâr tarafım da var. Tabii buradaki muhafazakârlık biraz paradoksal. Türkiye’de muhafazakârlık daha çok toplumsal değerlerin, kültürel hayatın devamı ve onun yanında duruşla ilgili. İktidar partisi de kendisine muhafazakâr parti diyor. Bana sorarsanız politik anlamda muhafazakârlıkla ilgisi yok, tam tersine radikal bir parti.

AŞKI MEMNU’DA CİNSELLİK: PORNO DA SİNEMAYI BİTİRMİŞTİ

Televizyon yayıncıları izlenirliklerini artırabilmek için cinsellik öğesini çok kullanıyorlar. 70’li yıllarda pornografinin kullanılması nasıl Türk Sinemasını bitirdiyse; cinsellik öğesinin bu kadar yoğun kullanılması Türk televizyonculuğuna olumsuz etkide bulunur mu diye bir kaygım var. Aşkı Memnu çok seyrediliyor ama dizilerde cinselliğin bu kadar öne geçirilmesi normal gelmiyor bana. Bu furya sona ermeli. Ahlaki erozyona da neden oluyor. Mahremiyet diye bir kavram var. Herkes öpüşüyor ama sokağın ortasında öpüşmüyor. Biraz daha ölçülü, daha kontrollü olmak gerek. Bir yayıncı, "Ben kızımla rahatlıkla seyrediyorum" dedi. Ben seyredemiyorum. Yayıncının sorumluluk duymasını istiyorum. Sadece cinsellik değil, elbette şiddet konusunda da. Mesela Kurtlar Vadisi, artı 7 olabilir mi? Artı 13 dese o saatte yayınlayamayacak. Baştan sona şiddet. Yayıncı sorumluluğu dediğim bu. Yasal altyapısını hazırladık. Taslak Başbakanlıkta. Yakında Meclise gidecek.

TV BENİ SIKIYOR: İYİ BİR TV İZLEYİCİSİ DEĞİLİM

Baştan sona bir dizi izlemiyorum, izlesek bile açıklamamak daha doğru. İyi bir TV izleyicisi değilim. İyi bir şey olsa bile 1-1.5 saat kalkmadan TV karşısında oturmak beni sıkıyor. Tahammül edemiyorum.

ÖMER DİNÇER ARKADAŞIM: RTÜK ÜYELİĞİNİ TALEP ETMEDİM

Bir arkadaşım dedi ki, "Bakana RTÜK üyeliğine Davut Bey uygun isimdir dedim." "Boşver ne işimiz var RTÜK’te" dedim. Öyle kaldı. Bir gün Ömer Dinçer Bey aradı, yakın arkadaşımdır. "Haberiniz olsun sizi öneriyoruz. Başbakan istedi" dedi. Ertesi gün Bursa’dan İstanbul’a dönerken seçim varmış mecliste. Otobüsten inince telefonumu açtım, bir sürü insan aramış. Akşam Beşir Atalay bey aradı, "Adama bak. Biz seçilmen için uğraşıyoruz sen ortada gözükmüyorsun" dedi. "Üniversitede dersim vardı" dedim. "Yarın gel görüşelim" dedi. Öyle başladık. RTÜK başkanlığı talebim de yoktu.

LAS VEGAS’I KONUŞMADIM: ZAHİD AKMAN’A HAKSIZLIK YAPILDI

Deniz Feneri hususu ayrı bir tartışma konusu ama, onun Zahid Bey aleyhine abartılarak kullanılması, yıpratılmaya çalışılması açık bir haksızlıktı. Sadece ben değil bütün arkadaşlar destek verdik. Bir yanlışlık varsa bu mahkemelerin işi. Siyasete alet edilince çığırından çıktı. Las Vegas haberini Zahid Bey’le konuşmadım. Mahiyetini tahmin ediyorum. Gazetede, kumar oynuyordu demiyor, orada gördüm diyor. O bakımdan bir yanlışlık yok gibi geliyor bana.

SİGARANIN DUMANI: ESKİ FİLMLERDE BUZLAMA YAKIŞMIYOR

Sigara görüntülerinin buzlanmasına muhalefet şerhi yazmıştım. Yasanın çıktığı tarihten önceki eserlere uygulanmamalı diye savunmuştum. Yasa ayrım yapmadı. 20 sene önce üretilmiş filmdeki sigara sahnesini de yasaklıyor. Yayıncılar buzlamak zorunda kalıyor. Eski filmlere de hiç yakışmıyor. Birtakım filmler, sigarasız olmuyor. Düşünün Malcolm X’i, sigarasız nasıl olur? Ama o çiçek görüntüleri buzlamadan daha hoş olmuş. Taslakta bu konuda düzenleme yapmadık. Cevdet Erdöl katı, Başbakanın da sigara konusunda bir duruşu var.

ERGENEKON İDDİANAMESİ: MİNİ ETEKLİYİ BİLE ÇIKARMAM

Ergenekon iddianamesinde adımın geçmesini yadırgadım. İki arkadaşın telefon konuşmasında ismim anılmış. Güya Sakarya Üniversitesinde başörtülü öğrencileri organize ediyormuşum! Hiç ilgisi yok, hiç organizatör olmadım. Ama rektör Çallı, öğretim üyelerini toplamış, "Başörtülüleri almayacaksınız" demişti. Ben de "Bizi jandarmayla karıştırıyorsunuz. Girmemeleri gerekiyorsa kapıya bir bekçi koyun o çevirsin" demiştim. Sınıfıma gelen öğrenciyi mini etekli olsa bile sınıftan çıkarmam, beni ilgilendirmez o.

KANUN ÇALMAYI İSTERDİM: MANDOLİN KÖTÜ ENSTRÜMAN

Kanun çalmak içimde ukde olarak kaldı. Dünyanın en kötü –müzisyenler gene kızacaktır bana- enstrümanlarından biri mandolindir. Öğretmen okulunu bitirmek için mandolinle İstiklal marşını çalmak gerekiyordu. Günlerce çalışıp başardım ama mandolini sevmedim.

HAFTA SONU EVDEN ÇIKMAM: POLİTİK KİTAP OKURUM

Hafta sonu evde olurum. Özellikle Pazar günü çocukları sinemaya, tiyatroya götürürüm, dostlarımı ararım. Politik kitaplar ilgimi daha çok çeker. Şu anda Hannah Arendt’in şiddet üzerine kitabını okuyorum.

DOĞRUCU DAVUT DİYORLARMIŞ: ETİLER’İ AŞAĞILAMADIM

Etiler muhtarı ve organize ettiği insanlar dava açtı, ayrımcılık yapmışım! Tüketiciler Birliği çağırmıştı. Orada şu soruldu: Tv yayınları milli ve manevi değerleri berhava ediyor, neden bir şey yapmıyorsunuz? Dedim ki: Şu topluluğun inandığı milli ve manevi değerlerle mesela Etiler’dekilerin milli ve manevi değerleri aynı mı? Size göre bir yayını yasaklasak toplumun başka kesimi niye yasaklıyorsun çağdaş değer diyecek. Geniş bakalım, söylediğim buydu. Etiler sembolikti. Doğruyu söylemek her zaman isabetli olur diye düşünüyorum ama yanlış yapıyorum galiba. Bilmiyorum, Doğrucu Davut diyorlarmış bana.

ATATÜRK VE LAİKLİK: DİN DEVLET AYRIMI OLMA ŞANSI YOK

O yazımda Atatürk’e militan demedim. Orda tartışma şu: Atatürk dönemindeki laiklik uygulaması militancadır. Taviz vermez ve tartışmaz. Şunu söyleyemiyor Atatürk: Türkçe ezan okutsak toplum benimser mi? Böyle olacak diyor, öyle oluyor. Türkiye’de laiklik, Batı’daki uygulamanın sapmış bir biçimidir. Allah aşkına, Türkiye’de din devlet ayrımı var mı? Hem yok, hem de olma şansı yok. Laiklik olacaksa Türkiye’nin koşullarına uygun olması lâzım. Dini iktidar aracı olarak kullanmak kabul edilemez, çünkü din ahlaki bir sistemdir.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 7 ŞUBAT 2010