DADI YAZISINA ELEŞTİRİ YAĞDI

...

Ah o “dadı” yazısı. Geçen haftamın kâbusuydu. O yazı sanırım yazarı Sibel Arna kadar beni de uğraştırdı. Arna’ya gelen mailler ne kadar bilmiyorum ama bana gelen maillerin sayısı 200’ü aştı, telefonları ise sayamadım.

Tek tek yanıt vermeye çalıştığım maillerde, Arna’nın çocuğunun dadısını aşağıladığı, ayrımcılık yaptığı, hakaret ettiği savunuluyor, yazı sert bir dille eleştiriliyordu. Hatta kimi okurlar o kadar kızmışlardı ki, öfkelerine fren koymuyorlardı düşüncelerini ifade ederken.

Garip gelebilir belki fakat bu maillere sevindim. Hemen tümü insan sevgisi kokuyordu. Hürriyet okurlarının, “ayrımcılık” konusunda ne kadar duyarlı olduğunu gösteriyordu. Okurlar bu denli duyarlı olunca yarattıkları dalga da etkili oldu. Arna, Hürriyet Cumartesi’de bir özür yazısı yazdı, hatayı kabullendi:

“..İtiraf edeyim yazıyı tekrar tekrar okuduğumda ben bile kendimden nefret ettim. Hatalıyım. Naif örnekler vereyim, birkaç tane de komik hikâyeyle süsleyeyim derken çuvalladım…”

Ben de Okur Temsilcisi olarak Arna’nın 12 Haziran’da Hürriyet Cumartesi’de yayınlanan “Biz mi tatile çıkıyoruz dadılar mı?”yazısının hatalı olduğunu düşünüyorum.

Bir kere okurlarımızdan Yiğit Aytur’un vurguladığı gibi yazının bütününde “elitist bir yaklaşım” hâkim. Maalesef kalabalıklar yerine elitlerin sesi olmak, onların temsilcisi gibi davranmak medyada son dönemin moda yaklaşımı. Arna’nın yazısında da seçkinci yaklaşım daha ilk cümleden dikkati çekiyordu:

“34 metrelik, sekiz kamaralık, 16 kişilik teknemiz Deniz Felix Balina’ya geçen cumartesi dokuz yetişkin, iki bebek olarak bindik.”

Sonra da dokuz aylık bebeğin dadısının “Arna’nın teknede rahat bir tatil yapmasını nasıl engellediği” anlatılıyordu. Kadın denize girmek istemiş, “Keşke kocamla çocuklarım da burada olsaydı” demiş. Anlamadım! Bir kadının, -dadılık ya da başka bir iş nedeniyle de olsa- o teknedeyken denize girmek istemesi, çocuklarını da yanında görmek istemesi son derece insani bir duygu değil mi? Niye “arıza” sayılsın? O bir robot değil ki. O insani duygu paylaşılmadığı gibi tam tersine yazıda “ayrımcı” bir dil kullanılmış. Hatta sonunda da başka bir dadıdan bahsederken iyiden iyiye kontrolden çıkmış yazı:

“…Büyük konuşmayayım ama ben o kadının kafasını dalış tüpü olmadan suya gömerim!”

Evet, işte yanlışa bayrak diken nokta da burası. Kötü duygular hiçbir dizginlemeye tabi tutulmadan kaleme alınmış ne yazık ki. Sonuçta da hem Arna üzüldü, hem de okurlar. Neyse ki, bu yanlış öğretici oldu.