COŞKUN ARAL

...

Coşkun Aral, bir gazeteci, uluslararası savaş fotoğrafçısı, gezgin, maceracı, belgesel yönetmeni ve son olarak da yemek kitabı yazarı. 36 yıllık profesyonel yaşamına “uçak korsanlığı”ndan, Camel Trophy’lere, savaş alanlarındaki tehlikeli yolculuklara kadar çok şey sığdırmış sıra dışı bir isim. Tesadüfen de çıkmamış bu yola, bilerek, isteyerek ve de tasarlayarak başlamış. Öyle bir yaşam sürmüş ki, dağarcığını heyecanlı öykülerle doldurmuş. Bugünlerde ise daha sakin, belgesellerle dolu bir yaşam sürüyor; geleceğe de biraz karamsar bakıyor.

SİİRT: MATBAADA KENDİME BASIN KARTI BASTIM

Siirt’te doğdum büyüdüm. Anne tarafım okumuş insanlar yetiştirmiş, tüccar, hatırı sayılır bir Arap ailesi. Baba tarafım ise 1928’de Atatürk’ün teşvikiyle bölgenin ilk un fabrikasını kurmuş, Siirt eşrafından varlıklı biri. Bizde çocuk 8-9 yaşına gelince berber, terzi akraba yanına çırak verirler. Beni de Cumhur Kılıççıoğlu’nun Mücadele Gazetesine gönderdiler. Hayatımı biçimlendiren insanlardan biri doktor dayım Vehip Arıkan, bir diğeri de kuzenim Fahri Aral. Zatürree, raşitizm gibi hastalıklarım olunca tedavi için ortaokuldayken İstanbul’a halamın yanına gönderildim. 12 Mart döneminde kuzenim Fahri ve aileden bir sürü insan içeri alınmıştı. Bu dönmede çıraklık yaptığım matbaada, kendime Siirt Mücadele Gazetesi ve Anadolu Ajansı diye basın kartı bastırıp, duruşmaları izlemiştim. 17 yaşındaydım daha. Boğaz Köprüsünün açılışında fotoğraf çektim. Açıldığı gün hakikaten insanlar köprüye yürüdü, sallanınca geri çekildi. Pertevniyal Lisesi son sınıfta Dev-Gençliler olarak eylem koyunca Disiplin Kurulu kararıyla sürüldük. Liseyi Mecidiyeköy’de bitirdim. Dayımdan ötürü seviyordum doktorluğu ama puanım yetmedi, işletme yüksek okuluna girdim. Mezun olamadım, çünkü gitmiyordum. İki yıllık Yabancı Diller Yüksekokulunu bitirdim.

GAZETECİLİK: MAGAZİN SAYFASINA RESİM ALTI YAZIYORDUM

Lise bitince kuzenim Fahri, beni gazeteci Can Aksın’ın yanına gönderdi. Önce Günaydın, sonra Gün Gazetesinde muhabirliğe başladım. İstanbul’u dolaşıp haber yapıyordum. Magazin sayfasına resim altları yazıyordum. Bugün ne yazık ki yüksek tirajlı bütün gazetelerin ön, arka 2.sayfa diye nitelediği yabancı dergilerden kesilmiş fotoğrafları seçip, üzerine "Alman Helga Türk erkeklerine bayıldı" gibi libido yükselten haberciliği de yapıyordum, tabii evlere girmeyen gazetelere. 1974 sonrası Kıbrıs’tan inanılmaz sayıda kaçak yat ve kotra gelmişti Türkiye’ye. "Zenginler şimdi de kotralarıyla yarışıyorlar" diye bir haber yaptım Bebek Koyunda demirli tekne fotoğraflarıyla. Gazetenin sahibi Haldun Simavi’nin de orada yatı varmış, derhal işime son verildi. Mehmet Barlas da iki üç gün sonra istifa etti. Ardından Barlas beni İsmail Cem’e gönderdi ve Ekonomi Politika Gazetesinde çalışmaya başladım. Güzel bir gazeteydi ama bir süre sonra Maden-İş Sendikasına satıldı. Sendikacıların fotoğrafçısı oluverdim. Hatta haber peşinde koştuğum için iki kez işime son verildi.

İLK PARİS YOLCULUĞU: ADAM ÇÜŞ AYI DEYİNCE SEVİNDİM

Bir yankesicinin yakalanmasını takip ederken Emniyet Müdürlüğü basın odasına kadar gittim. Savaş Ay’la orada başladı dostluğumuz. Gece-gündüz çalışıyorduk. Haberleri gazeteye bırakır para getirecek işler yapardık. Kazandığımız parayla da Türkiye’yi dolaşırdık. SIPA’ya çalışıp bu işi dünya ölçeğinde yapmak rüyamızdı. Dili daha iyi olan Zeki adlı bir arkadaşımızı da aldık yanımıza ve 1977 Nisan başında yola çıktık. Ucuz öğrenci biletiyle Münih üzerinden Paris’e ulaştık. Paris’in 20 kilometre dışında bir hostele girdik ama hiçbirimizde para kalmamıştı. Para aramak üzere yola koyuldum. Önce SIPA Ajansı’nı bulup Gökşin ağabeye fotoğraflarımızı gösterip satmak istemiştim. "Silahlı adamlar, morgdan cesetler. Allah kahretsin, güzel Türkiye’yi bunlarla mı tanıtacaksın?" deyince bütün hayallerim bir anda sönüvermişti. "Numaranı yaz gerekirse ararım" dedi. Savaş’ın numarasını yazdım bıraktım. Gittim yürüye yürüye Şanzelize’ye. Türkiye turizm bürosunun önünde gösteri yapanlara adres sorunca yediğim yumrukla kafamda yıldızlar uçuştu. O gün 24 Nisan’dı, Ermenilermiş beni dövenler. Aç ve sefil halde dolaşırken, Paris sokaklarında geçen günün ardından sabaha karşı Ermeni bir kadın beni lokantasına aldı, karnımı doyurdu, 20 frank verdi. Bu kez babamın yıllar önce borç verdiği bir terziyi aramaya başlamıştım. Adı Ahmet olan bu terzinin bana verilen adresi yanlıştı. Arayışım sırasında tek arzum bir Türkle karşılaşmaktı ve bir adama çarptım, "Çüş ayı" demesin mi? Sevinçle herife sarıldım. Adam, "Ahmet benim ortağım" demesin mi? Şansa bak. Beni ortağına götürdü. Birdenbire 2 bin frankım oldu. Taksiye bindim, bir sürü yemek aldım. Gittim Savaş’la Zeki’ye kara kara düşünüyorlardı; "Hadi çocuklar gidiyoruz" dedim, "Paralandık." Otele parayı ödedik, ertesi gün uçağa bindik Türkiye’ye döndük.

DÖNÜM NOKTASI: 1 MAYIS 1977 OLAYLARI İLE İSİM OLDUM

Daha Paris’te iken arkadaşımız Zeki, "Üç dünyacılar, bedeli ne olursa olsun 1 Mayıs meydanına girecekler, olay çıkacak" demişti. Savaş’la beraber başından sonuna kadar Maocu grubun Taksim’e girişini çektik. Meydanda gün boyu çalıştık. Akşama doğru tam gösterinin sonunda benim de uzağımda olmayan grup içinden gazete satıcısı ilk silah patlattı Ondan sonra her yerden ateş açıldı. 1977’deki 1 Mayıs olayları hayatımın dönüm noktasıydı. 1 Mayıs benim doğum günüm aynı zamanda. Fotoğraflarımızı, AP’ye, Upi’ye satmıştık, ben Politika’da, Savaş Ay Vatan’da yayınlattık. Ve o gece Gökşin ağabey telefon açtı. Aral -Ay imzasıyla ilk uluslararası muhabirliğimizi o zaman yaptık. İzleyen yıllarda birkaç kez Fransa’ya gittim. 80’de tamamen kalmaya karar verdim, Fransızcamı geliştirdim. 12 Eylül gecesi, Gökşin ağabeyin bürodaki odasında kalıyorum, gece canım sıkılınca Ergin Konuksever’i aradım. "Evladım, darbe oldu. Beraber tatbikata gittik ya, Evren yaptı" dedi. Girdim arşive, çıkardım Evren’in fotoğraflarını. Gökşin ağabeye not yazdım, "Türkiye’ye gidiyorum" diye. Yeşilköy Havaalanı kapanmıştı. Romanya üzerinden 13 Eylül’de İstanbul’a geldim. 12 Eylül olayını arşivimle iyi değerlendirdim. Fotoğraflarım Newsweek dahil bir sürü dergide kapak oldu, Coşkun Aral dünyada isim olmaya başlamıştı ama Türkiye’deki basın kartım Mikrop adlı mizah dergisindendi.

HAPSE ATTILAR: KAÇIRILAN UÇAKTAYDIM KORSAN DEDİLER

14 Ekim’de, SIPA’dan Irak’a gitmem istendi. 14 Ekim 1980’de Ankara’ya gitmek üzere "Diyarbakır" uçağına bindim. Baktım Osman Arolat da uçakta Havalandık uçuş süresi çok uzamıştı. Uçağın kaçırıldığı anonsu yapılınca çıkardım F-2’mi fotoğraf çekmeye başladım. Kaçıranlardan birine "Gazeteciyim konuşmak istiyorum" dedim. Beni kokpite aldılar. Yolcular arasında bugünün ünlü işadamları Selim Edes ve Turgay Ciner de vardı. Bir süre sonra uçak, sözde yakıt almak üzere Diyarbakır’a indirildi. Rehin alınmıştık. Önce kadınlar ve çocukları bıraktılar. Sonra da biz çıktık. Ancak ilk serbest bırakılan bayan yolculardan yanıbaşımda oturan o kadın "Bu adam da terörist" diye beni ihbar etmiş. Havaalanındaki odada çok dayak yedim. Emniyet’teyken, Diyarbakır Cezaevine götürüleceğimi öğrenince donuma sakladığım filmleri SIPA’ya göndermesi için verdiğim Osman Arolat, SIPA’ya göndermek yerine filmleri Adana’da gazeteye verip yıkatmış, renkli olanlar yanlış yıkandığı için de hepsi yanmış. Bir tek kurtulan siyah-beyazdı. Bu arada Günaydın’ın Adana baskısında "THKP-C üyesi" diye haber çıkmıştı benle ilgili. Dört gün kaldım hapishanede. Cüneyt Arcayürek, devreye girip Evren’i ikna etmiş. Bırakılınca bir baktım ki o ana kadar fotoğraflarımı imzasız kullanan gazetede "kahraman fotoğrafçı" olmuşum.

LÜBNAN: YARALI KURTARIRKEN HAYATIMIN İŞİNİ KAÇIRDIM

Sonra 82’de Lübnan olayı başladı benim hayatımda. Fotoğrafa ve olaylara daha çok hâkim olmaya başladım. Lübnan’da en çok fotoğrafı kullanılan gazetecilerden biri oldum. Uçak kaçırma olayında yediğim kazıktan sonra Türk gazeteleriyle ilişiği kesmiştim, sadece SIPA ile çalışıyordum. M. Ali Birand, tekrar yazılı basına çağıran insandır. İsrail’in Beyrut’u kuşattığı, en korkunç tarihlerdi. Haberleşme zordu. Ve o kuşatma gecelerinden birinde "Coşkun merhaba, ben Birand, "Ne duyuyorsan, ne görüyorsan bana yaz" diye bir teleks mesajı almıştım. Milliyet’te yazmaya öyle başladım. Lübnan’da bir gün Asala beni kaçırmaya karar vermiş. Kaldığım otele baskın yaptılar. Beni kurtaran da Alin Manukyan, Ermeni fotoğrafçı arkadaşım. Yaralı birini kurtarırken hayatımın işini kaçırdım Beyrut’ta. Yıllar sonra "Bir Sırp vurdum" diye gazetesine manşet atan bir meslektaş yüzünden Saraybosna’da bir ay alıkondum. Kumandan Mesut Ahmet Şah’ı, dünyaya ilk tanıtan benim. Filipinler’de altı ay kaldım. Fransızca’yla girdim, mecburiyetten İngilizce öğrenerek çıktım. Gariptir geçmiş yıllarda Türkiye’den bir gazeteci bir yere gönderilir, üç gün kalır, kendi fotoğrafını çektirir geri dönerdi. Çok yeni bir olay Türk basınında bir bölge üzerine uzmanlaşma.

KAMERAYLA TANIŞTIM: BİR SÜRÜ YERDE KULLANILDIM

Handycam denen küçük kameralar büyük yenilikti. Kazandığım bütün parayı gittim kameraya verdim. Önce Filipinlerde bir köpek nasıl yenilir diye bir Amerikalı arkadaşımla beraber küçük bir film yaptık. Her gittiğim yere kamera götürmeye başladım, 1988’de foto muhabiri ve kameraman olarak Mehmet Ali Birand’la beraber Apo’yla röportaj yaptık. PKK’lıların Bekaa’daki askeri talimleri, ateş ederken görüntüleri ve Apo’nun meşhur futbol maçı da benim görüntülerim. Afganistan’a Şah Mesut’a gitmemi sağlayan konvoyda, arkasına asıldığım kamyon mayına çarptı. Ben de havaya uçtum. Tutunduğum demir ağzımın içinden girdi. Üst çenem parçalanmış ve üç gün komada kalmışım. Orada beni kurtaran doktor kadının Fransız Gizli Servisinden olduğunu 10 sene sonra öğrendim. Bir sürü yerde kullanıldığımı hissettim. Ajansımızı satın alan Asil Nadir döneminde maddi olarak çok zarar gördüm. Bu olaylar 1993’te Türkiye’ye geri dönüşe yönlendirdi. En son 2002’de Afganistan’a gittim. Yaşadığım son gerçek savaştı. Irak’a gitmek istedim ancak masrafımı veren yoktu. Artık savaş tanıklığım bitti. Fiziken de mümkün değil. Dizlerimde ciddi sorunlar var, iyi yürüyemiyorum. Akciğerimin bir lobu çalışmıyor. Üç basamak çıkınca nefesim kesiliyor ve hareketsizlik sonucu artan kilolarım var.

EVLİLİK: BENİMLE EVLENMEK GÖZÜPEKLİK

Çocuklar çok etkiliyor beni. Hani insan belirli dönemde üremeyi, soyunun devamı için çocuk sahibi olmayı ister ya, öyle bir dönemdi ve doğru insanla karşılaştım. Müge ile onun kamu yönetimini bitirdiği zaman tanıştım. Benimle evlenmeyi göze almak bile gözüpekliğin göstergesi. Teklif ondan geldi. O beni daha çok mutlu etti. Benden 21 yaş küçük bir insana, yıpranmış, yorgun, geride bıraktığı 40 yılın yükünü taşıyan bir insan olarak evlenme teklif etmek haddim değildi. O güne kadar evlenmemek için bahaneler arıyordum. Niye olmasın dedim. 2002’de evlendik. Kızımız Deniz, 8 yaşında.

TELEVİZYON: HABERCİ İLE TANINDIM

A Takımında, Ruanda’daki katliama tanık oldum. Azerbaycan’a gittim. Maddi yönden hep cepten veriyorum, kameramansız gidiyorum. 1995’te ATV’de Haberci programına başladım. Bir kameramanla bölgeleri dolaşarak belgesel yaptık. Haberci ile birkaç kanal değiştirdik. NTV’de 1 sene çalıştım, sonra Show’a geçtik, oradan paramı alamadım. Köy köy dolaşıp belgesel izlettim otobüsle. Sonradan TRT aldı. TRT’de hakikaten çok tanındım. Kendi standardımda da kazandım.

BELGESEL KANALI: İZ TV’NİN İZLENME ORANI İYİ

Arkadaşlarla 2006’da belgesel kanalı olan İz Tv’yi kurduk. İzleyici oranı, Digitürk içinde diğer belgesel kanallarla kıyaslandığı zaman çok iyi. İz’i Digitürk’ün desteğiyle dört ortaklı Şarküteri Prodüksiyon olarak kurduk. Kanal 5.yılını geride bırakırken yeni projeler üretiyoruz. Örneğin Türkiye’yi, gerçek üç boyutla tanıtacak belgesel hazırlıyoruz. Arkadaşlarım dünya çapında işler yapıyor. Wilco’yla Türkiye’yi anlattık, şimdi herkes yabancı gözüyle diye kullanıyor. Maltepe Üniversitesi’nde derslere devam ediyorum.

ANNEMİN YEMEK KİTABI: EKMEK KİTABINA BAŞLIYORUM

Her şeyi okumam ama gastronomi, tarih, yolculuk, sosyolojik ve antropolojik olaylar benim alanım. Gittiğim yerlerde kırmamak için iğrenç de olsa sunulanı yerdim. Ben lezzetlerle annemin mutfağında tanıştım. Evimizde Arap, Ermeni, Kürt, Karadeniz, Konya ve İzmir mutfağının izleri vardı. Annem bir açık kalp ameliyatı geçirmişti. "Yemeklerini anlat sana bir kitap yapayım" dedim. Ve Ariston’un desteğiyle geliri TEV’e verilmek üzere ilk yemek kitabım çıktı. İkincisi ise yolda. Şimdi ekmek kitabına başlıyorum. Fotoğraflı tarifler olacak.

ERMENİLER: ÇİN’E GİREMİYORUM YASAKLIYIM

Ermenilerden özür dileme kampanyasına imza attım. Pertevniyal Lisesinde okurken, sıra arkadaşım Ermeniydi. Ustam Ara Güler de Ermeni. Tehcirde neler olduğunu ilk kez Beyrut’ta Asala’dan biriyle röportaj yapmak için gittiğim mahallede yaşlı bir Ermeni kadından dinledim. Yaşanmışları insanlık dramı olarak anlatmış ancak ailelerini kurtaran Türklere, Müslümanlara teşekkür etmekten çekinmemişti. Bunlar sonucunda çok şeyi inkâr etsek de ciddi olaylar yaşandığını okudum ve öğrendim. Bunlara ilişkin bilgi ve belgeleri açıklamayan insanlar adına özür diliyorum. Tehcir ya da katliam kime karşı yapılırsa yapılsın karşısındayım. Benzeri uygulamaların Uygurlara karşı yapıldığını söylediğim, belgelediğim için Çin’e giremiyorum; kara listedeyim.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 21 KASIM 2010