CEP TELEFONU HIRSIZI ÇOCUKLAR KOĞUŞUNDA

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 72

CEP TELEFONU HIRSIZI ÇOCUKLAR KOĞUŞUNDA

"Abi benim suçum ne bakar mısın?" dedi, savcılıktan eline tutuşturulan tek sayfalık kağıdı gösterdi. Bir ay olmuştu tutuklanalı ama hâlâ anlayamamıştı neden Elmadağ Çocuk Tutukevine girdiğini.

- Yağmacılık suçunu işlemişsin, öyle yazıyor.

- Yağmacılık ne demek?

- Bir bakkalın deposuna girip, orada ne bulduysan darmadağın etmişsin.

- Biz çok eğlenmiştik. Bir şeyler yemiş, biraz da oynamıştık.

Yine o günü hatırlamış olsa gerek, içinde bulunduğu durumun karanlığını unuttu. Gözlerinde minicik bir kıvılcım çaktı, dudaklarında hafiften bir gülümseme belirdi, boynunu büktü.

Parça parça anlattı. Ortaokul ikinci sınıf öğrencisiymiş, o gün üç arkadaşıyla birlikte okuldan kaçmış. Sincan’daki bir bakkalın deposunun kapağının açık olduğunu fark edip, gizlice girmişler.

Bisküvileri, çikolataları yemiş, yiyemediklerini dağıtmış, zeytinyağı şişelerini kırmış, deterjan kutularını darmadağın etmişler. Orada kısacık yaşamlarının en mutlu saatlerini geçirmişler.

Komşunun ağacından erik çalmakla karıştırmışlar yaptıklarını. Polis yakaladığında da azarlayıp bırakacak sanmışlar. Çok çok bir iki tokat, kulak çekme falan beklemişler.

Öyle olmamış, polis amcalar sıkı çıkmış. Azarla kalmamış, sert tokatlar atmışlar. "Biz çok eğlendik" deyip, depoya nasıl girdiklerini, orayı nasıl darmaduman ettiklerini anlatmışlar korkuyla.

Ve tabii apar topar savcının hâkimin önüne çıkarılmışlar, oradan da tutukevine konmuşlar. Mahkemeye çıkacakları günü beklerken kavramışlar işin ciddiyetini. Gelene gidene soruyorlar; "Mahkemede hâkim bizi bırakır mı?"

Elmadağ Çocuk Tutukevi’ne gittiğimde tanıştım "bakkal yağmacısı" bu çocuklarla. İçlerinde en küçüğüydü tutuklama kararını gösterip, "Abi benim suçum ne bakar mısın?" diyen.

Sorusu da masumdu, yüzü de. Gerçekten inanıyordu orada eğlendiğine, bir suçu olmadığına. Oyun oynarken, istemeden kötü bir kazaya uğramıştı da nasıl affedileceğini bekliyor gibiydi.

Şaşırtıcı olsa da tutukevindeki çocukların çoğunda hâkimdi aynı hava. Dışarıdan bakanların, tinerci, kapkaççı, hırsız, serseri, cani olarak gördüğü bu çocuklar, kendi içlerinde masumlaştırmışlardı eylemlerini.

Ortak özellikleri, tamamının gecekondu semtlerinden gelmiş yoksul çocuklar olmaları ve eylemlerinin sonuçlarını önceden kestirememeleriydi. Yağmalama, kavga, kapkaç, yaralama gibi suçlardan giren çok azdı. Büyük çoğunluğu, hatta yüzde 70-80’i, cep telefonu hırsızlığından girmişti tutukevine. Onlardan birine sordum, 16 yaşındaydı, gülümsedi konuşurken.

- Neden çaldın cep telefonunu?

- Özenti işte...

Başka birine sordum. "Sattık, arkadaşlarla kiraladığımız arabaya benzin aldık, gezdik" dedi. Bir gecekondu semtinde büyümüş üç arkadaş, kendi yaşlarında birinin elinden cep telefonunu almışlardı. Zorla aldıkları için de hırsızlıktan değil, "gasp"tan yatıyorlardı, suçları hayli ağırdı.

Hayatın gerçekleriyle ilk karşılaştıkları yer karakollardı. Parmaklarına tel dolanması, elektrik verilmesi, tazyikli suyla ıslatma, dayak, coplama, penseyle sıkma gibi işkence yöntemleriyle anıyorlardı karakolları.

Eğlencenin bittiğinin hatırlatıldığı yerdi karakollar. Tutukevi ise suçlular dünyasına katılmadan önceki ara istasyon. Belki bir kısmı oradan çıkıp anne babalarının sıcaklığına sığınacak, geri dönmemeye çalışacak. Ancak çoğu da kaçınılmaz olanı tercih edecek, suç makinesi haline gelecek, burası kesin. Seçme şansları çok az...

Çinçinli Fuat Aramaz, dönüşü olmayan bir yola girdiğinin farkındaydı. 17 yaşını bitirmek üzereydi fakat erken yaşlanmış bir ruh yansımıştı şiirine.

Ben yılların delikanlısı / Senelerin maçosuyum Bir baktım mı yakarım / İkincide sıkarım Ömrüm cezaevinde / Hayatım meçhullerde Sevdiğim ellerde / Ben ise mapus damında

İnsan, onlarla tanışınca ayırd etmekte zorlanıyor. Hangi pencereden bakacaksın? Onlar suçlu mu, yoksa kurban mı?

Faruk Bildirici / Tempo / 18-24 Nisan 2002