BEHZAT GERÇEKER

...

ENBE orkestrasının kurucusu ve şefi Behzat Gerçeker, son olarak dünya müziğinin usta yorumcusu Jose Feliciano ile birlikte sahne aldı. Zaten müzikseverler onu, yerli yabancı ünlü müzisyenlerle birlikte sahnede görmeye alışık. Gerçeker, o sahnelere gelene kadar yaşadıklarını anlattı. Gördük ki, onunki gerçekten müziğe adanmış bir yaşam.

BABAM DESTEKLEMEDİ: TANIDIĞIM YOKTU PARAM DA YOKTU

Gerçekten ilkokulda bile hayatım hep müzikti. Evde hanımlar toplandığında da bana şarkı söyletiyorlardı. Ama bunu iş olarak görmüyorlardı. Babam arkeoloji müzesinde memurdu, konservatuara gitmeme karşı çıktı. Sonra da Ankara’da kalmamı istedi. İşte o zaman hayallerim devreye girdi. Konservatuardaki trompet hocam Mehmet Ertan’a söyleyerek, 1991’de kalkıp tek kişiyi bile tanımadığım İstanbul’a geldim. İstanbul Devlet Konservatuarına telefon ettim, Gökmen Ahmet Noyan hocaya "Mehmet hocanın talebesiyim sizinle çalışmak istiyorum" dedim. Küçük bir sınav yaptılar. "Tamam buyur sana özel sınıf açıyoruz" dediler. Ankara’da çok iyi eğitim almıştım. Bir hafta Tarlabaşı’nda kötü bir otelde kaldım. Babam da para vermemişti, biriktirdiğim para da hemen bitti. Konservatuar müdürü Ergen Korkmaz’a gittim. "Kalacak yerim yok, müstahdem odasında kalacağım" dedim. 8 ay kadar kaldım müstahdem Rahim’in odasında. Banyo için arkadaşların evlerine, Beşiktaş’taki hamama gidiyordum. Zamanla insanları tanımaya, barlarda gazinolarda çalışmaya başladım. Sonra büyük sanatçılarla sahne alacak pozisyona geldim. Hem piyano, hem trompet çalıyordum. İbrahim Tatlıses’in olduğu büyük konserler oluyor, bir Avrupa turnesine gidiyorduk. Ajda Pekkan, Nilüfer’e çalıyorum. Artık Beşiktaş’ta tek odalı bir ev tutmuştum.

ANKARA GÜNLERİM: FAZIL SAY İLE OKUDUK

Ankara’da konservatuarda yatılı okudum. Türkiye’nin en büyük müzisyenleri orada yetişiyordu. Arkadaşlarım Burçin Büke ve Fazıl Say önemli müzisyenlerdi. Dünyanın en büyük müzisyenleriyle aynı sahneyi paylaşmayı hayal ediyorduk. Düşünebiliyor musunuz bir odada 8-10 saat çalışmanın ne demek olduğunu? Bu aşkla yapılan bir iştir.

EN ZOR GECELERİM: KASKATI KALIYORDUM

Konservatuardan sonra Türkiye’nin en iyi basçılarından biri olan İsmail Soyberk’in orkestrasında iki yıl piyano çaldım. Sezen Aksu ve rahmetli Onno Tunç’la Ankara’ya gittim. Dizzy Gillespie’ye çalmış büyük bir trompetçi olan Muvaffak Falay, Marmaris’te iş teklif etti. Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük caz piyanisti ve saksofoncusu Tuna Ötenel ve Muvaffak Falay ile piyano çaldım! Gece bittiğinde ben kaskatı kalıyordum. Biz klasik eğitimi almış müzisyenleriz, Mozart, Beethoven, Hayden nasıl çalınır onu öğrenmişiz, ama onlarla hayat farklı yönümü geliştiriyordu. İki sezon onlarla çaldıktan sonra İstanbul’a geri döndüm. İstanbul Devlet Opera Balesi Orkestra sanatçısı imtihanına girerek oranın sanatçısı oldum. Ancak Nilüfer’e çalıyorum, iki ay sonra iş bitiyor. Onların aldığı rakamlar yüksek, bizimki çok aşağıda. Hayatımı devam ettirebilmekte güçlük çekiyordum. Yurt dışına gideyim, hem eğitimimi geliştireyim dedim. Döndüğümde de kendi orkestramı kurmaya karar verdim.

PARİS’E GİTTİM: SÜRÜM SÜRÜM SÜRÜNDÜM

Opera’nın da desteğiyle eşimi de alıp Paris’e gittim. Terry Canss gibi çok önemli bir müzisyenle çalıştım orada. Yaklaşık iki yıl kaldım. Orada sürüm sürüm süründük. Ben sokakta hiç gezmedim desem yeridir. Hoca ne derse onu yapıyor, sürekli çalışıyordum. Müzikle uğraşmaktan Fransızcayı da öğrenemedim. Hatta eşim müzelere gidip gördüklerini bana anlatıyordu. Sonra bir de Budapeşte’de Macar etnik müziği üzerine araştırmalar yaptım. Macarların enstrümanları farklı ama, müziğin teması ve ritimsel yönünü araştırdım.

DÖNÜM NOKTAM: BARRY WHITE KONSERİ

1993’te Opera’dan ayrıldım. Dokuz yıllık mecburi hizmetimi de tamamlamıştım. Engin Titiz ile birlikte orkestra kurduk. Onun adından "EN"i, benim adımdan "BE"yi aldık, ENBE adını verdik orkestramıza. Dünya standardında bir şeyler yapma düşüncesindeydik. İlyas Mirzayev gibi önemli müzisyenleri kadromuza aldık. Hayallerimizi gerçekleştirebilmenin yolu sahneye çıkıp müzikseverlere kendimizi göstermekten geçiyordu. Hayatımda unutamadığım olay Barry White konseriydi. Organizasyonu yapan Ahmet San’a gittim, "Sen para kazan biz de isim yapalım. Barry White orkestrasını getirmesin biz çalalım" dedim. White’ı da telefonda "Bizi deneyin, olmazsa konserden hemen önce kendi orkestranızı getirirsiniz" diye ikna ettim. Sekiz provada anlaşmıştık ama dördüncü provada "Maestro tamam gerek yok çalışmaya" dedi. Çünkü biz onun bütün parçalarına iyi hazırlanmıştık, ezbere çalıyorduk. Jilet gibi hazırdık. AKM’deki konser de iyi gitti. Akabinde işler daha kolaylandı, Domingo geldi. Sonra Pavarotti, Bregoviç gibi büyük sanatçılarla sahne aldık..

ENBE’NİN EN’İ İLE AYRILDIK: O SICAK BAKMADI

4,5 yıl önce benim Düşler albümünü yaparken Engin beyle yollarımız ayrıldı. Böyle şeyler yapmama o pek sıcak bakmadı. Ben de bundan etkilendim. Ben de onun yaşına geldiğim zaman sahnede canlı performans yapmak istemem ama arkamda bıraktığım bir şeyler olmasını hep istiyordum. Fikirsel anlaşmazlık olabilir ama insani olarak olmadı.

EŞİM: KALBİ İYİDİR

Eşim Birgül de konservatuardan sınıf arkadaşım. Evleneceğimiz zaman da Maksim Gazinosunda Nilüfer’le Kayahan’ın orkestrasında çalıyordum. İş olmayan bir akşama denk getirip öyle düğün yaptık. Şimdi Opera’da devlet sanatçısı. Korrepetitor olarak koroyu çalıştırıyor. Ben dostlarımı seçerken kalplerine bakıyorum. Eşimin de kalbi çok iyi.

ÇOCUK İDEALİMDİ: 10 YIL BEKLEDİM

İlk başta işlerimiz yoğundu. Bakamayız diye düşünüyorduk. Sonra çocuk yapmaya karar verdiğimizde de bende, eşimde problem oldu. Konser için Amerika’ya gittiğimizde doktorlara gittim. Ben inancımı zerre kadar kaybetmedim. Eşim kaybetti, ailesi kaybetti. Ben hep çocuğumuz olacak dedim. "Yukarıdaki bunun plan ve programını yapıyor" diyordum. Nitekim 10 yıl sonra kendiliğinden çocuğumuz oldu. Sonra Allah ikincisini de verdi.

HAYALLERİM: YUKARDAKİ BENİ GÖRDÜ

Çok çalışarak hayallerimi gerçekleştirdim Enbe’de biz alın terimizi koyduk, çalıştık. Yukarıdaki de bizi gördü, "Ben bunlara vereyim" dedi bizi ödüllendirdi, yolumuzu açtı. Benim hayatımdaki en önemli konu hep çalışmak. O yüzden de o sinyaller yukarıya gidiyor, hep ona inanıyorum. İnanç meselesi bu, inanıyorum yukarıdakine.

İBADETİM: MÜZİKLE YAŞIYORUM

Evde iki duvar piyanosu, bir de elektrikli piyano var. Kulaklığı takarak orada çalabilirsiniz. Gece uyuyamazsam da kalkıp çalıyorum. Sabah erken kalkıp da beste yapıyorum. Benim ibadetim de müzik. Sahnede iyi müzik yaptıktan sonra, ya da stüdyoda saatlerce çalıştıktan sonra insan kendini iyi hissediyor. Tatlı bir yorgunluk oluyor.

TENİSLE GEÇ TANIŞTIM: RUHUMU DİNLENDİRDİ

Ankara Devlet Konservatuarında avluda top oynamak bile yasaktı. Hani dudağınız patlar, trompet çalamazsınız, parmağınıza bir şey olur piyano çalamazsınız diye. Tenisle 33 yaşında tanıştım. O sırada operadaydım. 1996’da TED kulübünde rahmetli başkan Behbut Cevaşir, beni tenisle tanıştırdı. Önce bir Rus hocayla sonra Ali Fidanboy ile çalıştım. 4-5 yıl sonra Türkiye’deki turnuvaları hep kazandım. Hülya Cup’ı yedi yıl üst üste kazandım. Düşünsenize küçükten başlamış tenise hayatlarını vermişler, moloz bir müzisyen geliyor ve bunları yeniyor! Milli takımla dünya şampiyonasına da gittim ama orada topu bile göremedim. Müzik gibi tenis de aşkla yapılan bir iş. Yoksa gece çalışıp sabah yedide tenise gidilmez. Tenis ruhumu ve karakterimi değiştirdi; sinirli, agresif bir insandım. Tenis ruhumu dinlendirdi. Teniste sabır, strateji ve gücünüze hâkim olabilmek gerekiyor.

YENİ ALBÜM: DÜNYA STARLARI BİZİMLE OLACAK

TRT’deki Sayısal Loto programının jeneriği, Beyaz Show’un, Opel’in İnsignia modelinin reklamının, Süheyl-Behzat Uygur’un tiyatrosunun müziği benim bestelerim. Bir de albüm yaptım. Düşler albümümde iki farklı uçtaki müziği, klasik müzikle bizim etnik enstrümanların sesleriyle birleştirip dünya müzik platformuna sundum. Düşler albümü 30 bin sattı. İlk albümde Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Ferhat Göçer gibi Türkiye’nin önemli starları vardı. Şimdi yabancı müzisyenler de var bu albümde. Martılar adını verdiğimiz bu albümde Albano, Jean Francois Michael ve Jose Faliciano gibi ünlüler olacak. Bu albüm yurtdışında da satsın istiyorum. Bu isimler o pazara girmek için önemli. Bunu dürüstçe söylemek lazım. Kayıtları yaptık, kasım gibi albümü çıkaracağız. Umarım müzikseverler beğenir. Martılar’da sözü Altan Çetin çok güzel yazdı ve kendisinin söylemesini rica ettim.

MÜZİK DİPSİZ KUYU: HER KONSER SIFIRDAN BAŞLIYOR

Müzik dipsiz bir kuyu. 30 yıldan beri profesyonel müziğin içindeyiz, her şeyi yapıyoruz. Ama yolun başındayız gibi hissediyorum. İş o kadar zor ki, bu konser iyi gitti yarın başka bir maç başlıyor sıfır sıfır. Ona hazırlanmak gerekiyor. Müziğimizle ruhlarımızı birleştirebiliyoruz. Ben müziği; din, dil, ırk hiçbir şey gözetmeksizin farklı kültürdeki insanları birleştirici unsur olarak görüyorum, müziğin en büyük rolü bu.

HATA BİZİM: MÜZİĞİ İNSANLARIN ÇİZGİSİNE ÇEKMELİYİZ

Klasik müziği insanların anlayabileceği bir çizgiye çekmek çok önemli. Şimdi İstanbul’daki seyirci için farklı, Anadolu’daki seyirci için farklı yapmak lazım. Klasik müzik, batı müziği, Türk halk müziği önemli değil. Öyle çalmalıyım ki sizi etkilemeliyim. Kabahati tamamen biz müzisyenlerde. Repertuar seçimi ve sunma önemli.

KEŞKELERİM: YANLIŞI UNUTUR ÖNÜME BAKARIM

Hiçbir zaman geriye dönmüyorum. Yanlış yaptıysam veya iyi olmayan bir şey de olduysa kesin onu unutuyorum, önüme bakıyorum. Haa iş bazında değil konserde şu parçayı şöyle de yorumlayabilirdim bir dahaki sefer onu da deneyeyim notlarımı alıyorum.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 20 EYLÜL 2009