BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ ÜZERİNE SORULAR

...

Basın özgürlüğü ile ilgili tartışmalar, Hürriyet Gazetesi yazarı ve Odatv internet sitesinin imtiyaz sahibi Soner Yalçın’ın hapse atılması vesilesiyle geçen hafta medyada geniş bir yer buldu. İyi de oldu. Bu tartışmalar kenarda köşede sürdürülüyor, ana akım medyada ertelenip duruyordu.

Bu süreçte dikkatimi çeken nokta, medya sorunları konusunda fikir beyan eden gazeteci ve akademisyenlerin çoğunun, siyasi iktidara karşı konumlandıkları yere göre fikir beyan etmeleri. İktidar cephesinde konumlananlara göre, Türkiye’de sorunsuz bir basın özgürlüğü dönemi yaşanıyor. İktidara uzak olanlar cephesinden bakıldığında ise basın özgürlüğü konusunda ciddi problemler mevcut.

Dahası gözaltına alınan, cezaevinde tutulan, hakkında dava açılan, tehdit edilen gazeteciler ile ilgili olarak da bu ikili yaklaşım aynen devam ediyor. Her gazeteci kendine yakın gördüğü ismi desteklerken, öbür tarafa "Siz neden falanca tehdit edildiğinde onu savunmadınız?" diye soruyor. Kimileri daha ileri giderek, gözaltına alınan gazetecinin daha önce yaptıklarını gündeme getirip, "Oh olsun" yazıları yazıyor, savcı rolüne soyunuyor.

Medyanın bu hali, zaten ortada bir sorun olduğunun en somut kanıtı durumunda. Tabii medya bir günde bu hale gelmedi. Siyasi iktidarla, partilerle ve güç odaklarıyla ilişkilerde özellikle 1990’lardan itibaren ciddi problemler yaşandı. Bu problemlerin, çok güçlü bir siyasi iktidar döneminde daha da büyümesi kaçınılmazdı.

Şimdi bu sorunlar var diye, meslektaşlarımızın tehdit edilmesini, tutuklanarak cezalandırılmasını haklı görecek halimiz yok. Kimin ne yaptığını, ne yapmadığını konuşmanın da bir yararı yok. Zira ne bu ülkedeki bütün gazetecilerin aynı görüşü savunması beklenebilir, ne de birimiz diğerinin yaptıklarına kefil olabilir. Bir gazeteci olarak durmamız gereken yer, basın özgürlüğünü koşulsuz savunmak olmalı. Doğan Akın’ın deyimiyle "mağduriyetleri yarıştırarak" bir yere varamayız.

Gelişmelere bu çerçeveden bakınca Orhan Miroğlu, Adem Yavuz Arslan ve Mehmet Metiner’in tehdit edilmesi de, Soner Yalçın ve Oda Tv’nin iki yöneticisinin tutuklanması, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın yıllardır cezaevinde tutularak cezalandırılmaları kadar üzerinde durulmayı hak ediyor. Sadece onlar da değil, Zaman, Cumhuriyet, Star ve Taraf’taki gazeteciler hakkında davalar açılması, çevirmen Suzan Yıldız’ın tutuklu yargılanması, Azadiye Welat gazetesi Yaşı İşleri Müdürü Vedat Kurşun’un 166 yıl hapse mahkûm edilmesi de "basın özgürlüğü" gündemimizin bir parçası olmak durumunda.

50 gazeteci cezaevindeyken, gazeteciler hakkında açılan davaların sayısı binlerle ifade edilirken nasıl olur da "Türkiye, dünyada basının en özgür olduğu ülke" sözlerine inanabiliriz? Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanı, "Sırada beş gazeteci daha var" diyor ve kimse bunu yalanlamıyorsa bu demeç bile bir korku dalgası olduğunun kanıtı haline gelmez mi? Savcılar, Soner Yalçın’a, "Niye bu haberi yaptınız?" diye soruyorsa onun habercilik faaliyeti nedeniyle tutuklanmış olabileceği kuşkusu uyanmaz mı?

Zaten benim bildiğim önce suç tespit edilir, sonra suçlu. Eğer bir kişi önce suçlu ilan edilip, sonra kanıt aramaya girişiliyorsa olup bitenden mesleğim adına endişe duyarım.