BAHAR YAĞMURLARINDA YIKANMADAN...

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 71

BAHAR YAĞMURLARINDA YIKANMADAN...

Ağaçlar, bahara ne denli tutkuyla bağlılar ki, bir kez olsun kanmamayı başaramıyorlar.

Bahar güneşinin ilk ışıklarıyla karşılaşır karşılaşmaz sularını hemen koyveriyorlar. Yüzleri gülüyor, dallarında çiçekler açıyor. Şık şıkırdım renk armonileriyle donanıyorlar.

Sıradan bir sevgi olsa hissettikleri, belki biraz temkinli davranabilirler bahara karşı. Baharın kışı kovduğuna, soğuğu bir daha gelmemecesine gönderdiğine emin olmadan kendilerini kapıp koyvermezler gönül oyunlarına.

Belki mevsimlerin düzenli değiştiği eskilerde sorun yoktu. Koşulsuz, sınırsız teslimiyet hallerinden acı çekmiyordu ağaçlar. Marazi aşkı doya doya yaşıyorlardı, gönüllerince.

Ama son yıllarda hiç de öyle değil. Bahar, artık cazibesinden emin çapkın erkekler gibi. Şöyle bir gösteriyor yüzünü. Ağaçlar hemen inanıveriyorlar baharın bir daha onları terk etmeyeceğine. Dirilip, süsleniveriyorlar.

Her seferinde de aldanıyorlar. Birkaç gün içinde soğuklar geri geliyor. Bahar kaçıyor, kış yeniden bastırıyor. Son birkaç yıldır, aynı kalemden çıkmış kötü bir senaryo halinde tekrarlanıyor bu sahne.

Bahar için fark etmiyor, çekip gidiveriyor. Dönüp geldiğinde aynı sevecenlikte, aynı tutkuyla karşılanacağından kuşku duymadan uzaklaşıveriyor.

Zarar gören hep ağaçlar oluyor, çiçekleri dökülüyor, dalları kırılıyor. Serseme dönüyorlar en azından.

Dahası soğukla birlikte kar, dolu, yağmur bastırıyor. Bahar dalları, karlarla bezenip, donuyor. Ya da şiddetli yağmurlar yağıyor, çiçeklerin taç yapraklarını tek tek kopup sürüklüyor kaldırımlarda.

Bütün hücreleri Kâbe’ye dönüp secdeye varsa, dualar etse, çığlıklar atsa da bahar, ağaçların yardımına gelmiyor.

O, ağaçların değil kendisinin istediği zaman gelecektir geri. Ağaçlar ise talihsiz bir ikilemle karşı karşıyadır. Karlar mı, yağmurlar mı?

Ne zaman yağarsa yağsın, kar denince beyazlar gelir akla. Kışın da yağsa, zamansız da gelse karın beyazı hep temizlikle özdeşleştirilir. Eline kalem alan, karın bütün çirkinlikleri örtmesinden, siyahlıkları beyaza dönüştürmesinden dem vurur. Kara övgüler düzer.

Halbuki kar, temizlemez. Sadece üzerini kapatır, bütün kötülükleri beyazın altına alır saklar. Eridiğinde de daha beter kirlenir ortalık. Vıcık vıcık çamurla kaplanır caddeler, sokaklar.

Yağmurlar ise kara benzemez. Çirkinliklerin üzerini örtüp onları gizlemek yerine siler süpürür, temizler. Sele dönüşmediği sürece sorun çıkarmaz, alır götürür pislikleri...

Belki de yaptığı temizlikten gelir yağmurun kokusu. Oysa karın kokusu yoktur, soğuğu vardır. Ağaçlara da yağmur kokusu yakışır.

Hiç sormadıysam da ağaçların, yağmur mu kar mı ikilemine her düştüklerinde, karı reddetmekte tereddüt etmeyeceklerine eminim. Hava soğuk da olsa yağmuru tercih edeceklerdir, yıkanıp arınmak isteyeceklerdir kışın kirinden, tozundan. Ve tabii varsa aşklarının günahından.

Ben ki, her yıl bahara aldanan ağaçlar için mateme girerim. Kar değil de yağmur yağdığında sevinirim. Dallarını iki yana açıp yağmur altında dikilen ağaçlara özenirim. Bir fırsatını bulur, yağmurda yürürüm.

Yağmurla kucaklaşmak iyi gelir bana. Kışın getirdiği karaların akıp gittiğini, eklemlerimin pasının söküldüğünü, dirildiğimi, yenilendiğimi hissederim.

Bu bahar, yağmura yakalandığımda meclis bahçesindeydim. Etrafıma baktım, bir tek milletvekili göremedim. Yağmurda yürümüyorlardı, hepsi binanın içindeydi. Belki yağmur yağdığının bile farkında değillerdi.

Düşündüm, acaba bu bahar, yağmur altında yürümeyi düşleyen bir tek milletvekili olmuş mudur? Olmuşsa ne mutlu bize...

Faruk Bildirici / Tempo / 11-17 Nisan 2002