AŞKIN BİTTİĞİ YERDE BAŞLADI HASTALIK

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 37

AŞKIN BİTTİĞİ YERDE BAŞLADI HASTALIK

Felaketler zinciri başlayana değin ailede her şey yolundaydı. Havlular her zaman yerli yerinde, yemek saatleri midelerde asla çan çaldırmayan titizlikteydi. Yaşam ağırdan da olsa kendi halinde akıp gidiyordu.

Bir gün aniden Methiye’nin elleri uyuşmaya, sık sık tökezleyip düşmeye başladı. Geçer sandılar ama tersine sıklaştı bu rahatsızlıklar. Sonunda doktora gidildi. "MS" dedi doktor. "Maalesef kolayca geçecek bir hastalık değil. Bununla yaşamaya alışmak zorundasınız."

"MS", kendini çabuk tanıttı. Methiye’nin tökezlemeleri üç yıl içerisinde o denli arttı ki, koltuk değnekleriyle yürümeye alışmak zorunda kaldı. Doktorlarla, ilaçlarla uğraşmaya fazla vakti de yoktu. Büyük kızı Birkan’ın düğünü yaklaşıyordu. Kendini düğün hazırlıklarına kaptırdı, gitti.

Birkan’ı evlendirip balayına gönderdiğinde hastalığını unutmuştu neredeyse. Alabildiğine mutluydu. Başının üzerinden ayrılmayan kara bulutların farkında değildi.

15 gün kadar geçmişti ki, kocasının keyifsiz dolaştığı dikkatini çekti. Bir iki gün izledi. Üçüncü gün dayanamadı sordu. "Neden canın sıkılıyor? İşyerinde tatsız bir şey mi var?"

Bulaydın, "Hayır bir şey yok" dedi önce. Methiye ısrar edince asıl sorunu döktü ortaya. "Ben başka birini seviyorum. Senden boşanmak istiyorum." Methiye ne diyeceğini bilemedi. Hızlı hızlı düşünürken işyerindeki kadın avukatı hatırladı. Yurtdışına gittiklerinde eşi ona hediyeler almıştı! Kadının arabası kaza yapınca da eşi ilgilenmişti! Hatta "Bu kadının başka arkadaşı yok mu hep seni arıyor?" diye sormuştu Methiye.

- Uzun zamandır böyle bir şeyler olduğunu hissediyordum. Ama sana şu kadarını söyleyeyim. Ben senden boşanmayacağım. Çünkü benim sana ihtiyacım var. Hele bu hastalıktan sonra beni çekmek zorundasın.

- Ben boşanmak istiyorum.

- Bak ben hastayım, kızımızı yeni evlendirdik. Yarın damadımız böyle bir şey yapsa, Birkan’ı aldatsa biz herkese ne diyeceğiz?

- Erkektir yapabilir.

- Peki tamam. Ama benim sana ihtiyacım var. Bak ben doktorlara gideceğim. Başımda bir erkek olması lazım.

- Zengin kadınsın bir şoför tutarsın, seni her yere götürür..

26 yıllık evliliğin ardından yapılan bir konuşmaydı bu. Her ikisine de ağır geldi, karşılıklı sustular.

Aşkın bittiği yerdeydiler. Aynı evin içinde birbirini tanımayan iki ruh gibi dolaştılar. Kırılıp dökülenleri toplamaya, ne Bulaydın’ın niyeti vardı, ne de Methiye’nin gücü.

Her ikisi de kendi barikatlarını sağlamlaştırdı günden güne. İlk şoku çabuk atlatan Methiye, kendi başına kararlar aldı. Bulaydın’a inat, onun dediğini yaparak şoför tuttu.

Bergama’da hastalığını otlarla tedavi eden bir adam olduğunu duymuştu. Oraya gitmeye karar verdi. Kız kardeşinin evi Söke’deydi. Bergama da Söke’ye yakındı.

Tedavi için her gün Bergama’ya gidip gelirken mahkemeden bir çağrı aldı. Bulaydın, boşanma davası açmıştı! Şoförünü çağırdı, hemen Ankara’ya döndü. Methiye’yi karşısında gören Bulaydın’ın canı sıkıldı. Tartıştılar...

Bulaydın, evden ayrıldı, annesinin yanına yerleşti. Sevgilisiyle evlenme planları yapıyordu. Yıllardır olmadığı kadar neşeliydi. Gençlik günlerine dönmüştü yeniden.

Fakat boşanma isteği daha ilk duruşmada reddedildi. Hâkim, hasta bir kadının terk edilmesini vicdani bulmamıştı. Hâkim, kararının, evliliğin sürdürülmesine katkıda bulunmasını bekliyor muydu? Hâkim olmanın da avantajlı tarafı bu işte. Bu soruya yanıt vermek zorunda değildi. Kararı verir, dosyayı kapatır, gerisini yaşamın kendisi söylerdi...

Yaşam, bu davada da hâkimin kararını dinlemedi. Mahkeme kararı, Bulaydın’ı eve döndürmeye yetmedi. Üstelik ayrılma kararlılığını perçinledi.

Methiye, birkaç ay sonra yazlıktan döndüğünde Bulaydın’ın evdeki tüm özel eşyalarını toplamış olduğunu gördü. Giysilerini, kitaplarını tamamen taşımış, ev eşyalarına hiç dokunmamıştı.

Bulaydın, artık o eve, o yatağa bir daha dönmeyecekti! Methiye, bu kararı kabullenmek zorundaydı. "Tamam" dedi, "Madem istemiyor, onu ben boşayacağım." Avukatına kararını bildirdi, "Boşanma davasını ben açacağım. Ne nafaka, ne mal, hiçbir şey vermesin. Sadece boşanmak istiyorum."

1993 Şubatında sonuçlandı dava. Bulaydın’ın, "Boşanmak istiyorum" demesinin üzerinden bir yıl geçmişti. Mahkeme kararını duyar duymaz, derin bir nefes aldı. Mutluluk okyanusunda ufuk çizgisine kadar kulaç atacak güce sahip olduğunu hissediyordu. Bir nefes daha aldı sulara atlamadan...

Sevdiği kadınla evlenme hazırlıklarına girişti büyük bir hızla. İşlemler sürerken midesinde ağrılar hissetti. İlk gün aldırmasa da ertesi gün doktora gitmek zorunda kaldı...

Yüz çizgileri gülerek gitti doktora. Reçetesini alıp çıkacak sanıyordu. Doktor, öyle konuşmadı. "Durum ciddi. Hemen ameliyat etmemiz lazım." İtiraz etmek istedi:

- Ama doktor, 23 Nisan’da nikâhım var. Ameliyat ederseniz nasıl evlenirim?

İkna etmek zorundaydı doktor. "Düğüne yetişirsiniz merak etmeyin" dedi, parça alıp biyopsi yapacaklardı. Ancak o zaman kesin teşhis koyabileceklerdi...

6 Nisan’da ameliyat oldu Bulaydın. Elbiseleri odada hazır duruyordu. Doktor, "Tamam" dediği an fırlayıp giyecekti onları. Ruhu, nikâh masasına oturmuştu çoktan.

Doktor, ruhunu ödüllendirecek bir haber getirmedi. "Maalesef kanser. Acilen kemoterapiye başlamamız gerek." Bulaydın’ın bembeyaz hasta yatağı, duvarlar, odadaki her şey ama her şey karardı.

Kötü haberi, sevdiği kadın da öğrendi. Nikâhtan vazgeçmek bir yana destek oldu. Evlenecekler, hastalığı da birlikte yeneceklerdi. Nikâh masasına bu inançla oturdular.

Nikâh sonrasında başlayan zorlu süreçte Bulaydın’a bir destek daha geldi; büyük kızı Birkan. 19 yaşındaki küçük kızı Erem, hasta olan annesini ve kendisini terk etmesini affetmemişti. Ama Birkan, daha büyüktü. Hastalığı duyunca babasının yanına koşmadan edemezdi. Birkan, o konuyu hiç konuşmadı babasıyla. Hastaneye birlikte gidip geldi, moral verdi.

Hastane git-gelleri arasında sevindirici tek haber Birkan’ın hamileliğiydi. Kızının sevincini paylaştı, ona yardımcı olmaya çalıştı.

Birkan’ın hamileliğinin ilerlediği bir dönemde, doktor şekerden şüphelendi. Doktorun istediği tahlilleri yaptırmaya baba kız birlikte gittiler. Tahlili yaptırıp hastaneden çıktıklarında öğle olmuştu. Bulaydın, Birkan’ı annesine bırakacaktı. Evin önüne geldiklerinde, Birkan, "Sen de gel baba" dedi. Israr etti. "Bak baba açsın, gel annemde hiç olmazsa bir çorba iç." Mide ameliyatından sonra Bulaydın’ın az ama sık yemek yemesi, aç kalmaması gerekiyordu.

"Gelmeyeyim kızım" dedi, "Şimdi annen bir şey söyler, hepimizin canı sıkılır." Birkan vazgeçmedi ısrarından. "Sen biraz bekle" deyip, fırladı. Annesine çıktı; "Anne bak babam aşağıda. Ben gelmesini çok istiyorum. Lütfen gelince bir şey söyleme." Sonra yeniden indi aşağıya, babasını alıp döndü.

Bulaydın ve Methiye, boşandıktan sonra ilk kez karşı karşıya geliyorlardı. Aradan bir yıl geçmişti. Methiye, artık tekerlekli sandalyedeydi, onun da hastalığı ilerlemişti.

Onu öyle görünce üzüldü Bulaydın. "Arasıra gelebilir miyim?" diye sordu. Methiye, karşılık vermedi. Ne diyebilirdi ki? Susmayı yeğledi. İkisinin de gözlerinde yaş vardı...

Bir daha hiç görüşmediler. Methiye aldığı darbeye rağmen yaşama sarıldı, kızlarına annelik yaptı. Tekerlekli sandalyesiyle oradan oraya dolaşırken gülücükler saçmaya devam etti. Havlular yine mis kokuyordu evinde.

Bulaydın ise hastalıktan kurtulamadı. Altı ay kadar sonra bir kez daha ameliyat oldu. Doktor, Birkan’a fısıldadı. "En fazla altı ay ömrü var." Öyle de oldu, Bulaydın, 15 Aralık 1995’te öldü.

Methiye, cenaze törenine gitmedi. Evinde yaşadı matemini, üzüntüsünü. Bulaydın’ın dostları, arkadaşları, ona başsağlığına geldiler. Birlikte ağladılar ölüme, birlikte isyan ettiler kadersizliğe...

Faruk Bildirici / Tempo / 16-22 Ağustos 2001