AYŞE KULİN

...

BİZ KESKİN LAİKLER BEDEL ÖDÜYORUZ

Ayşe Kulin, her ne kadar "Adı Aylin" ile tanınsa ve anılsa da 25 kitabı olan bir yazar. İnsan odaklı yazan, Bir Gün de olduğu gibi Türkiye’nin can yakıcı sorunlarını ele almaktan da geri durmayan bir kalem. Hayali, yaşadığı sürece hep üreten ve çok okunan bir yazar olarak kalabilmek.

KISKANÇLIĞI TANIMADIM: ÜZÜLECEĞİME ÇEKER GİDERİM

Rekabet hissini tanımadan büyümenin getirdiği eksiklik yüzünden mi yoksa yaradılışım mı böyle, yükselme ihtirası bende yok. Yaşayan yazarları kıskanamıyorum. Hatta dostum olanların, örneğin Buket’in, Nazlı’nın, Perihan’ın, Kürşat’ın kitapları çıktığında çok satmaları için dua ediyorum. Şahsen tanımadığım yazarların da kitapları çok satsın isterim çünkü için için bilirim ki bu bir çizgidir, onların kitapları satarsa benimkilerin de satma şansı artar.

Özel hayatta kocaları veya sevgilileri kıskanma faslına gelince: Bana o duyguyu yaşatacak erkekler için hiç uğraşmam; kıskanacağıma, üzüleceğime çeker giderim, bunca insan arasında gönlü başkasına kaymayacak birini nasıl olsa bulurum. Hep öyle yaptım. Koyverin gidenleri!

YOL AYRIMIM: EVLENEREK YANLIŞ TRENE BİNMİŞTİM

19 yaşındayken evlenmeyi seçmekle yanlış trene bindim ve yanlış bir istikamete doğru yol aldım. Trenden atlamakta gecikmedim ama elbette hiç kimse tren kazasından yarasız kurtulamaz. Elbette hayatımda keşkelerim var. İlki: Keşke ilk evliliğimi yapmasaydım. Arada yüzlerce keşke. Sonuncusu: Keşke anneme daha sevecen olabileydim.

ROL MODELİM: MODEL SEÇMEDİM FEYZ ALDIM

Beni yazar olmaya sevk eden, okuduğum romanlar değil, içimdeki yazma tutkusu oldu. Bu kesin. Hayatta rol modelim hiç olmadı. Kahramanlarım da hiç olmadı. Ben büyürken, ne kadar şanslıyım ki, çok yakınımda Ahmet Reşit Rey, Hasan Ali Yücel, İsmail Hüsrev Tökin, Ferruh Başağa gibi değerler vardı. Onlardan model seçmedim ama feyz aldım. Babam, taktir ettiğim kişilerin başında gelir.

YAŞAM ÖYKÜMÜ YAZSAYDIM: KUYRUĞU DİK TUTMA MÜCADELESİ

Hayatımı anlatmaya, çok mutlu geçtiği için, çocukluğumdan başlardım ki o günlere bir kez daha dönebileyim. Sonrası oldukça zordur. Hayatını çalışarak kazanan tek başına bir kadının suyun üzerinde kalma ve kuyruğu dik tutma mücadelesi. İki büyük oğluma reva görülen inanılmaz edepsizliğe ve haksızlığa göğüs, çocuklarıma da kol kanat germenin yorgunluğu elbette bende ve çocuklarda derin izler bıraktı. Kinci, kızgın, negatif enerji saçan birine dönüşmemek için çaba sarf ettim. Finali düşünmek için henüz erken ama dilerim çabuk ve acısız olur, kimseye eziyet etmeden, kimseyi yormadan, tıpkı anneciğimin gidişi gibi, sessiz sedasız ve vakur bir son!

ÇOCUKLUK ANIM: VİCDAN AZABINI ÖĞRENDİM

Beş altı yaşlarındaydım, yazı dedemin Ada’daki köşkünde geçiriyordum, bir sabah şeytan dürttü, arka bahçedeki taflanların arasına saklandım. Yokluğum fark edilince beni aramaya başladılar. Seslerini duyabiliyor, çok eğleniyordum. Önceleri domuzluktan sonra da korkudan ortaya çıkamadım. Kuyulara bakıyor, her köşeyi arıyorlardı ama taflanların arasına bakmayı akıl edemiyorlardı. Dedemin polise gitmeye karar verdiğini duyunca büsbütün korktum. Bu bekleyiş herhalde birkaç saat sürdü. Anneannem baygınlıklar geçirdi, her tarafımı sinekler böcekler soktu. Sonunda beni salya sümük ağlarken buldular. O akşam anneannem, “Ya deden kalp krizi geçirip senin yüzünden öleydi, ne yapardın?” diye sordu. O an, vicdan azabının anlamını öğrendiğim andır.

KİTAPLARIMIN SERÜVENİ: İLİŞKİMİ KESERİM

Füreya’nın dışındaki tüm çalışmalarımı kitap formatında elime aldığımda hep çok hayıflandım, keşke başka türlü yazsaydım diye. Basıldıktan sonra, çok uzun bir süre onlarla ilişkimi keserim. Yıllar sonra elime aldığımda başkalarının eserleriymiş gibi okurum. Bazısını hiç beğenmem, bazısını da keyifle okurum.

ADI AYLİN: EDEBİYAT EDEPSİZLİĞİ KALDIRMAZ

Adı Aylin beni okura tanıttı, başımın üzerinde yeri var. Ama hâlâ okurlar açısından neden bu kadar çok beğenildiğini, eleştirmenler açısından da neden yerden yere vurulduğunu anlayabilmiş değilim. E(Edebiyat) Dergisinde kendine eleştirmen diyen biri, "Aylin’i yazana anana derler" diye yazdı. Geçenlerde bir başka yazar da çok satan kitapları üstüne sinekler üşüşen pisliğe benzetti. Bu tür eleştirilere yer veren edebiyat dergileriyle “anana” veya “eat shit” türü eleştiri yazanları anlayabilmekte zorluk çekiyorum. Edebiyat bayağılığı, edepsizliği kaldırabilen bir sanat türü değil çünkü.

YAYINEVLERİNİN KAPISI: KEŞKE DİRENÇLİ OLSAYDIM

Ah keşke dediğiniz gibi yeterince dirençli olsaydım da 25 yıl beklemeseydim. Bence gereğinden fazla kırılgan davrandım ve hedefe odaklanamadım. Şimdi 25 yerine 75 kitabım olabilirdi, ben de kendini kanıtlamış bir yazar olarak bambaşka yazım türlerine atlamış olurdum..

KÖKENİM: MEZAR TAŞLARIYLA ÖVÜNÜLMEZ

Ailemin Bosna tarihinde önemli bir yer tuttuğunu biliyorum. Buna rağmen tüm aile fertlerim hayatımda tanıdığım en alçak gönüllü, en kibirsiz, en zarif insanlardı. İlkokuldayken ansiklopedileri karıştırıp, büyüklerime sayfalardaki bilgileri gösterir, ailemin önemini onlardan da duymak isterdim ve her birinden hep aynı yanıtı alırdım; "Mezar taşlarıyla övünmek çok ayıptır, eğer varsa, asalet insanın sadece ruhunda bulunur." Bu terbiye ile büyümenin bende izleri oldu, hiç kimseyi hor görmem, hiçbir unvanı da önemsemem.

AŞK: GEÇMİŞTE KALDI

Aşkın ayak sesleri geçmişimde kaldı. Şimdi gündemimde olan, dostluğun sesi. Bu saatten sonra, yatak odamda oğlak derisinden mamul yumuşak terlik sesinin dışında hiç bir sese tahammülüm yok.

ALGI TERCİHİM: OKUR BİLDİĞİNİ OKUR

Okurun algılaması ne yazık ki benim tercihime bakmıyor. Her okur kafasında kendi yazarını kendi yaratıyor. BİR GÜN adlı romanı yazdığımda, kendilerini Türk ve Kürt milliyetçileri olarak tanımlayanlar küfürnameler, tehditler gönderdiler. Karşıt uçlarda duranlardan aynı tepkileri almak enteresandı. Bir daha anladım ki, yazar ne yazarsa yazsın, okur kendi bildiğini okur!

27 MAYIS SABAHI: HOCAMA MÜJDE VERDİM

27 Mayıs sabahı okulda yatakhanedeydim. Bir arkadaş radyoda duymuş, hepimizi uyandırdı. Bize Political Science dersi veren Prof. Suna Kili’nin odasına koştum. Bir hafta önce sınıfta ‘Liberalism’i işlerken, hocamızın gözleri dolmuş, sesi titremiş, dersi yarıda kesmişti. Sabahın yedisinde kapısını yumrukladım. Yatağından fırlayıp, saçlarında bigudilerle kapıyı açtı. "Hocam, müjde! İhtilal oldu. Askerler idareye el koydu" diye bağırdım. Ağlayarak birbirimize sarıldık. Hataymış! Darbeyle sorunları çözemeyeceğimizi anlamak için 12 Eylül’ü de yaşamak gerekiyormuş.

TÜRKAN SAYLAN: MÜCADELESİNİN ÖYKÜSÜNÜ YAZIYORUM

Bu kitapta yaşamöyküsünden çok, cüzama ve hayata karşı verdiği mücadelenin öyküsü olacak. İşin çok başındayım elimden ne çıkacağını henüz bilemiyorum. O haksız eleştirileri yapanların öyle bir kafa yapısı var ki, doğruyu görseler de görmezliğe geliyorlar. Hayatını başı örtülü insanların sağlığı ve eğitimine adamış birine, "başörtüsü düşmanı" diyebilmek, başka nasıl mümkün olabilir?

MAHALLE BASKISI: BİZ KESKİN LAİKLER BEDEL ÖDÜYORUZ

Biz keskin laikler yıllarca radikalleri küçük görmenin ve onları yaşamın kıyısına itmiş olmanın bedelini ödüyoruz. Onların da tek doğrunun kendilerinden menkul olduğunu sanmaları, her yeri, her şeyi, iktidarı kullanarak el altından kendi yaşam tarzlarına uydurmaya çalışmaları, cehaletlerini ve yanlışlarını görememeleri, böyle giderse bir gün ellerinde patlayacak.

HOBİLERİM: RESİMLERİMİ GİZLİ YERLERE ASARDIM

Aylin’i yazana kadar resim yapar, evimde kimsenin göremeyeceği duvarlara asardım. Şimdi resme vaktim yok ama müzik hep hayatımın içinde. Jüri üyeliklerim ise sinema ve tiyatroya vakit yaratmamı mecbur kılıyor.

EN ÖZEL HEDİYEM: KAPICIMIN ÇOCUĞU VERDİ

Kapıcımızın eğitimini üstlendiğim zihin özürlü çocuğunun benim için büyük harfle yazdığı mektup. İmkânsızı başarmış olmasının inanılmaz keyfi!

GAZETECİLİK: KARAKTERİM ÖRTÜŞMEDİ

Gazetecilik bana ne bir artı getirdi ne de benden bir şey götürdü. Karakterim ve gazetecilik bir türlü örtüşemedi. Romanlarımda olayları vizörden görür gibi aktarmamda, on yılı aşkın bir süre kamera arkasında çalışmamın katkısı olabilir.

SİYASET: SİVİL DARBELERE HAZIRLANALIM

Artık sivil darbelere karşı hazırlıklı olmamız gerekiyor. Askerler darbeyle bir yere varılamayacağını anlamış bulunuyorlar da siviller de aynı dersi aldılar mı acaba? Sabih Kanadoğlu’nun, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığını önleme manevrası bir sivil darbe girişimiydi. Ters tepti. Benzeri girişimleri AKP liderlerinde de seziyorum. Dilerim herkes gizli hesaplarla, takiyelerle ilerlenemeyeceğini anlar, demokrasinin ancak hile katılmamış şeffaf sandıklar ve siyasallaşmamış hukuk üstünlüğü ile mümkün olabileceğini içine sindirir de insanca yaşarız şu ülkede.

KÜRT SORUNU: BU TOPRAĞIN ÇOCUKLARI İNATÇI

Kürt sorununda olumlu adımların atıldığı kesin. Ama şu aşamada ben ne Kürtlerin Türklerden tam olarak ne istediğini net olarak anlayabildim ne de Türklerin hâlâ ayak sürümelerinin nedenini. Aynı toprağın çocukları olduğumuza göre çözüme daha zaman var çünkü bu toprağın çocukları inatçı, tavizsiz, öngörüsüz, hoşgörüsüz ve asla yaşadıklarından ders almayan insanlar.

HAYATIMIN ENLERİ

- En büyük korkunuz? - Gönül kırmak

- En çok neye dokunmaktan hoşlanırsınız? - Yeni doğmuş bebeklerin tenine

- En sevdiğiniz tatil kenti? - Urla

- En sevdiğiniz yemek? - Domatesli pilav ve kuru köfte.

- En sevdiğiniz tarihi kişilik? - İngiltere Kraliçesi 1. Elizabeth

- En sevdiğiniz film? - Remains Of The Day (Günden kalanlar/1993)

- En sevdiğiniz sanatçı? - Klasik müzik, Mozart ve Beethoven

- En iyi dostunuz? - ACG 61’ sınıfı artı Esen ve Meyzi.

- En sevdiğiniz koku? - Büyükada iskelesinde yasemin kokusu ile fırından yeni çıkmış ekmek kokusu.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 12 TEMMUZ 2009

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.