AYLİN NAZLIAKA

...

YAPILANI “VAJİNA BEKÇİLİĞİ”NDEN DAHA İYİ İFADE EDEBİLECEK İKİ KELİME OLAMAZDI

Aylin Nazlıaka, yeni bir siyasetçi olmasına rağmen CHP’nin en aktif milletvekillerinden biri. İnsan kaynakları alanındaki iş tecrübesini ekibiyle birlikte siyasi alana taşıyor. Devlet Tiyatroları’nın kapatılmasına karşı konuşmasıyla da kızdırıyor AKP’lileri, Başbakanın koltuğuna fidan bırakmasıyla da. Ama en çok da “Başbakan, vajina bekçiliğini bıraksın” sözleriyle tepkisini çekti iktidar milletvekillerinin. O ise hep gülümsüyor…

BAŞBAKAN: KADIN KELİMESİNDEN ÇEKİNİYOR

Başbakan, sanatçılar için “Onlar da kim oluyorlar?” dediği zaman bu benim canımı yakıyor.  “Her kürtaj bir Uludere’dir” dediği zaman da. O yüzden Başbakana karşı çıkışlarda bulunuyorum. “Başbakan vajina bekçiliğini bıraksın” sözünü de bilinçli söyledim, ağzımdan kaçırmadım. Eyvah ben ne yaptım dediğim bir söz değil. Pişman değilim. Yapılanı bundan daha iyi ifade edebilecek iki kelime olamazdı. Telefonla bu demeci verdikten sonra televizyoncular mikrofon uzatıp o sözleri tekrarlamamı istediler. Açıklamamın magazinel, ucuz bir malzemeye dönüştürülmeye çalışıldığını hissettim, bir daha söylemeyi reddettim. O tuzağa düşmedim. Sözlerimin bu kadar yankı yapmasına şaşırmadım. Bakın yapılan araştırmalar hep şunu gösteriyor; doğurduğu çocuk sayısı arttıkça kadın çalışma hayatından çekiliyor. Dolayısıyla başbakanın zihnindeki kadın profili evde oturan bir kadın profili. Kadın erkek eşitliğine inanmıyor. Bunu Sayın başbakan kendi ağzından da ifade etti. Biliyorsunuz Hopa olayından sonra protesto eden kadın arkadaşımıza, “Kız mıdır, kadın mıdır, indirin onu aşağıya” dedi. Konuşmalarında bayan, hanım diyor; kadın kelimesinden çekiniyor. Öyle ki, bakanlığın isminden bile kadın kelimesini kaldırdılar. Laiklikle birlikte kazanılmış olan kadın haklarına ve dolayısıyla laikliğe bir saldırı var. Sayın Başbakan bunu hep yapıyordu, toplumu hep ayrıştırıp, çok sert dil kullanıp ötekileştiriyordu. Ancak bu halini biraz oy sarhoşluğu diye görüyorum açıkçası. Aldıkları yüksek oydan güç alarak “Ben yaptım oldu, ben söyledim olacak” şeklinde yaklaşıyor. Hal böyle olunca da tepeden inme ve totaliter bir yapıya doğru gidiyoruz. Başbakanın bu sert söylemleri toplum üzerinde çok derin etki yaratıyor. Onun için Türkiye’nin kırılma noktasına yaklaştığını düşünüyorum.

GÖKÇEK: TWITTER’DAN ÇEKİLİP ANKARA’YA ODAKLANMALI

Twitter’daki o tartışma benim üzerimden başladı maalesef. Gene AKP’nin toplumu ikiye bölme hedefi ile ilgili bir tartışma. Melih Gökçek, Aylinciler-Aylinci olmayanlar diye bir tartışma başlattı. Onun üzerine Gizem arkadaşımız (Suyolcu) bazı mesajlar yazdı. Sonra da Melih Gökçek, “Sen kaç defa kürtaj oldun?” diye özel mesaj göndermiş. Bence Gökçek, Twitter’dan, sosyal medyadan çekilip, Ankara’yı yönetmeye odaklanmalı. Çünkü her seferinde çok yanlış ifadelerde bulunuyor. Bu kadınlarla ilgili mevzularda da artık konuşmayı bıraksın. Çünkü her sözüyle kendisini biraz daha çukura düşürüyor. Her sözü bir öncekini aratmayacak kadar kötü. Onun için bu aralar televizyona çıkmasa, sosyal medyayı kullanmasa kendi adına daha iyi olacak. Gizem Suyolcu’ya o akşamdan sonra bir daha ulaşamadım. Ama telefon konuşmaları da çok sağlıklı olmayacağı için bir araya gelmek, tanışmak istiyorum. Nasıl özür dilediğini gördünüz, üzerine uygulanan baskıyla o özre dönüştü. Özür dilerken, “Kalp hastası olan annem adına, onu üzdüğüm için…” diyordu.

EVLİLİK: HAYATIMI DEĞİŞTİRDİ

Annelik benim hayatımda önemli bir dönüm noktası. O zamana kadar hayatımda kendim, hep Aylin ön plandaydı. Anne olduktan sonra hasta olsam bile bir an önce iyileşmem, çocuklarıma bakmam lazım duygusuna sahip oldum. Hatta siyasete girmeme neden olan da bu duygudur. Bu ülke için daha iyi bir gelecek olması lazım, çocuklarımın yaşamasını istediğim ülke bu ülke değil. İçimdeki en kuvvetli motivatör odur. Evlilik de hayatımı çok değiştirdi. Tanıştıktan sonra bir yıl içinde evlendik. İş hayatına o kadar odaklanmıştım ki, evlenmek yoktu ajandamda açıkçası. Tanıştıktan sonra eşim Ş.İzzet, benim o işkolik tarafımı dengeledi. Yoğun bir etkilenme, bir aşk hikâyesiydi. 28 yaşındaydım evlendiğimizde. Şimdi aramızdaki her şeyden önce büyük bir dostluk. Sırdaşım, her şeyimi paylaştığım, çocuklarımız için ortak kaygılar taşıdığım, ortak sevinçler yaşadığım kişi. Eşim konservatuarda öğretim üyesi. Maalesef ben onun gibi bir enstrüman çalamıyorum, onun viyolonsel çalmasını kıskançlıkla izliyorum. Çocuklarda da var o yetenek. Büyük oğlumun adı Berke, küçüğün Demir. Berke, ayakları yere sağlam basan güçlü kuvvetli demek. Bizim çok sevdiğimiz bir aile dostlarımız var, onların çocukları olmadı. Onların soyadları Berke. Onlardan esinlendik. İlişkileri de bizim model aldığımız bir ilişkidir. Birbirlerine çok bağlı bir çifttirler, hep yeni şeyler öğrenmeye, yeni şeyler tanımaya yatkındırlar.

AİLEM: KALABALIK İTALYAN AİLELERİ GİBİYİZ

Babam bürokrattı, maden mühendisi. Evin pencereleri hariç bütün duvarları kütüphanedir. Bana da, ablama da “Aile bir insanın en önemli hazinesidir, bilgi de en önemli güçtür” derdi. Küçükken babamın bana aldığı ilk kalın kitap, Robin Hood’du. Çok etkilendiğimi, kitabın bazı bölümlerinde ağladığımı anımsıyorum. Sanıyorum babam orada birtakım yazarları bilinçli olarak verdi bana. Babam bir dönem Fransa’ya gitmiş olduğu için o donemde Simone de Beauvoir, Albert Camus, Sartre, Erich Fromm  gibi yazarların kitaplarını verirdi. İlginç karakterleri hep babam sayesinde tanıdım. Çok fazla biyografi ve otobiyografi okudum.  Annem ev hanımı. Kendisi tanıdığım en zeki insanlardan birisidir. Şu anda da hayatımda fikrini almayı, her şeyi paylaşmayı sevdiğim, beni bütünleyen kişilerden biridir. Aile benim için çok önemli. Çok güçlü aile bağları olan bir yapıdan geliyorum. Ailemin bana çok güç verdiğini düşünürüm. İtalyan aileleri gibiyiz. Genelde hep kalabalık olmayı, özel günleri birlikte kutlamayı seviyoruz.

ÜNİVERSİTE: SOSYAL DEMOKRATLIĞIM ODTÜ’DEN

TED deyince aklıma hemen dostluk geliyor. Orada başlayan arkadaşlıklarım hayatımda hâlâ çok önemli bir yer kaplar. TED, bana iyi bir eğitim altyapısı sağladı. Geçenlerde bir gazetede bana ve TED’e yazılan hakaret dolu düzeysiz yazılardan sonra da TED, bana sahip çıkan bir açıklama yaptı. Dava da açtılar. ODTÜ’lü olmayı daha bir marka gibi görüyorum. ODTÜ benim için bilinçli bir seçimdi. Zaten en başa ODTÜ’yü yazmıştım. İlk tercihlerimin hepsi ODTÜ’ydü. Rahat bir öğrencilik geçirdim. Kendi kendime öyle çok da zorlanmadan okudum. Benim genel olarak çok rahat akıyor hayatım. Çok zorlanarak olmuyor. Hayatımda analitik düşünce yeteneğini geliştirmemi sağlayan yer ODTÜ’dür. Sosyal demokrat bakış açısının orada hücrelerime nüfuz ettiğini söyleyebilirim. 86-90 arasında orada okudum. Öğrenci eylemleri yoktu, daha apolitik bir dönemdi.  Biz bir kulüp kurmuştuk ama daha çok okul sonrasına hazırlık amaçlı iş dünyasından birtakım kişileri konuşmacı olarak davet etmekti. O zaman ne böyle siyasete atılma gibi bir zihin haritam vardı ne de siyasetin içinde olan biriydim. O dönemler benim için öğrenciliğin keyfini çıkarma şeklinde geçti açıkçası. ODTÜ’de öğrenciliğimde yapmadığım eylemi milletvekili seçildikten sonra Melih Gökçek’in ODTÜ’den yol geçirme projesine karşı yaptım.

KIYAFET: ARABAMDA BAŞÖRTÜSÜ VE YEDEK KIYAFET BULUNUR

Milletvekili seçilmek giyinme biçimimi değiştirmedi ama ister istemez giydiğiniz kıyafetlerin fotoğraflarda yanlış görüntü vermemesine dikkat ediyorsunuz. Zaten iş dünyasından geldiğim için etek ceket, pantolon ceket giymeye alışığım. Ama içimden geldiği gibi renkli de giyiniyorum. Siyasette en zor olan şeylerden biri de gününüzü planlamak. Onun için benim arabamda şu anda her türlü koşula uygun kıyafet var. Maalesef son dönem sıklıkla şehit cenazesi oluyor. Onun için arabamda başörtüsü bulunduruyorum. Topuklu ayakkabıyla geliyorum ama her an bir yerde eylem olabiliyor öyle yerlere gitmek için düz ayakkabılarım var. Bir akşam daveti ya da resepsiyona katılmam gerekebiliyor. Onun için de böyle siyah ağırlıklı bir takım elbise var arabada. Araba yürüyen bir ev gibi tam teçhizatlı. Arabada televizyon izliyorum, cep telefonundan haber indiriyorum. Kıyafet alışverişimi bile internetten yapıyorum. Adaptasyon yeteneğim çok fazladır. Yedi yıldızlı bir otelde de kalabilirim, börtü böceğin olduğu bir çadırda da. Mecliste saatler süren genel kurullardan sonra eve gidince kendimi çok yorgun hissediyorum. Aslında saatlerce oturuyorsunuz orada. Ama orada öyle gergin bir atmosfer var ki insanı o yoruyor yıpratıyor. Eşimle birlikte bol bol seyahat ederdik, yeni yerler görmekten, yeni lezzetlerle tanışmaktan inanılmaz keyif alırdık. Bu ziyaretler artık daha çok örgüt ziyaretlerine dönüştü. Zar zor haftada bir gün pilatese gidebiliyorum. Uyumayabilirim ama ona gitmeliyim. Onu Görünüm kaygısıyla değil yapamadığım zaman sağlığım için vicdan azabı duyuyorum. Ortaokulda hentbol, üniversitedeyken tenis oynadım, yüzdüm. Spor hayatımın bir parçasıydı hep.

İNSAN KAYNAKLARI: 24 YAŞINDAYKEN ŞİRKETİMİ KURDUM

Koç Holding, yetenek havuzu oluşturmaya çalışıyordu. ODTÜ’ye gelip birtakım testler, mülakatlar yapmışlardı. Türkiye çapında 12 kişi, ODTÜ’den iki kişiydik seçilen. Yönetici adayı gibi çok havalı bir isimle başlamıştım. Yönetici adayı olunca Koç Holding’e bağlı şirketler arasında rotasyona tabii tutuluyorsunuz. Böylelikle farklı sektörleri öğrenebilme ayrıcalığına sahip oluyorsunuz. Mutlu olarak girdim. O zamanki adıyla Koç Unisys. Bugün Koç Bilgisayar. Orada başladım, teknolojiye de yatkın birisiyimdir. Yaptığım iş teknoloji ağırlıklıydı, ama içinde insan olmadığı için sevemedim. Bir yıl kadar sonra Bilişim Fuarında Psikometrik bazlı analizleri yazılım sistemleriyle yapan bir şirketin temsilcisiyle tanıştım tesadüfen. Önce yazılım tarafı ile ilgilenip sonra insan kaynakları dünyasına adım attım. İnsan kaynakları eğitimini aldım, çok da sevdim. Öğrenciliğimden beri hep insan odaklı olmuştum. O firmada işi öğrendikten sonra 92’de kendi şirketimi kurduğumda 24 yaşındaydım.  Türkiye’de pek bilinmeyen bir iş alanıydı insan kaynakları.  Gazetelerin İK ekleri yoktu, kongreler, paneller yapılmıyordu. İlk dört yıl, gerçekten kan, ter ve gözyaşıyla doluydu. İlk ofiste kiracıydık. Daha iyi bir ofise geçtik zamanla. Önce orayı, sonra karşısındaki yeri, derken o katı satın aldık. Hep böyle mücadeleyle adım adım ilerledik. 2001’de Dünya gazetesinden yılın işkadını ödülü aldım. Çok kıymetli bir ödüldü. Çabamın dışarıdan görülebildiği duygusu yarattı, inanılmaz bir teşvik oldu benim için. ODTÜ Takdir Ödülü de hayatımda önemli bir ödüldür. O ödülün verildiği kişilerle aynı kategoride olmak çok kıymetli.  Büyük holdinglerle çalıştık, danışmanlık yaptık. Şirketimiz alanında Türkiye’nin en büyüklerinden biri artık. İşin başında ablam var, zaten 12-13 yıldır birlikte çalışıyorduk. 2010’dan bu yana yönetimden çekildim. Siyaset bambaşka bir konsantrasyon gerektiriyor.

CHP: BENİ SİYASETE SOKAN GENCEARTI PROJESİ

2010 yılında oldu siyaset. Gaye Erbatur ile biz çeşitli panellerde konuşmacı olarak yer aldık. Daha çok işkadını modeli olarak davet ediliyordum.  Oralarda beni tanıyan Gaye hanım 2010 Haziran ayında partiye davet etti. İlk olarak kadın kolları merkez yönetim kurulu’nda çalıştım. Ben gençlere odaklandım, sonra randevu isteyip hazırladığım projeyi Genel Başkanımıza sundum. O da tamam deyince “Genceartı” projesinin çatısını oluşturdum. Aralık 2010’da Parti Meclisi’ne girdikten sonra proje için TED ve ODTÜ’lü arkadaşlarımdan oluşan gönüllü ekibi kurdum. Hafta sonu, gece gündüz demeden çalışıyorduk. Atlıyorduk arabaya Mardin, Maraş, Samsun derken 16 ile gittik. İl Teşkilatları ile birlikte çalışıyorduk ama her şeyi kendimiz organize ediyorduk. Finansmanını tamamen ben sağlıyordum. 10 bine yakın çocuğa kişisel gelişim eğitimleri düzenledik. Özgüvenlerine katkı sağladık. Arkasından genç işsizlik konulu kısa metrajlı, üç dakikalık film yarışması açtık. O çocuklardan hâlâ mektup alıyorum. Mardin’den bir çocuk mektubunda “Kalbime çikolata parçacıkları serptiniz. Çok teşekkür ederim” diyordu. O proje beni asıl siyasete sokan projedir.

SİYASET: KANAPEDE OTURUP SİNİRLENEN BİRİYDİM

Siyasetten kopuk, apolitik bir kişi değildim doğrusu. İzlediğim programlarda, okuduklarımda birtakım şeylere sinirlenen birisiydim. Sonunda “Artık böyle evin kanepesinde oturup söylenmek yerine siyasete girmeliyim” dedim. Türkiye’nin önemli bir dönemeçten geçtiğini görüp artık elimi taşın altına sokma zamanım geldiğini düşündüm. Yaşananlardan şikâyet eden arkadaşlarıma siyasete girin diyorum. Boş zamanımız yok diyorlar, siyaset boş zaman aktivitesi değil. Adanmışlık duygusuyla girmeniz gerek. Ben hiçbir zaman pozisyon odaklı bakmıyorum hayata. Bana şimdi soruyorlar, “Siyasette hedefiniz var mı?” Her insanın hedefi vardır ama ben gençlere de “Merdivenin üst basamaklarına bakarsanız, önünüzdeki basamağa takılır düşersiniz” diyorum. Bir pozisyonu elde edince de onun hakkını vermek için sonuna kadar çaba harcıyorum. PM üyesi olunca şirket ile ilişkimi sıfırlayıp genel merkeze odaklanmam ve Genceartı projesiyle kendimi bir nevi hırpalayarak şehir şehir gezmelerim ondandı. Milletvekilliğine odaklanmamıştım, bunu yapayım da milletvekili olayım diye bir zihin haritasıyla yürütmedim çalışmalarımı. Ama üstlendiğim tüm rollerin hakkını vermeye çalışırım. İyi bir anne, iyi bir eş olmaya çalışırım. Şimdi de iyi bir milletvekili olmaya, hakkını vermeye odaklandım. Samimiyeti insanlar anlıyor. Savunduğum şeyi hakikaten bağrımdan koparak savunuyorum. İçimde çok yoğun hissediyorum.

GÜLERYÜZLÜYÜM: AKP SIRALARINDAN SÖZEL SALDIRILAR VAR

Genel olarak güler yüzlü bir insanımdır. O babamdan aldığım bir özellik galiba. Bir de gülerken üç kasınızı geriyorsunuz, somurturken 18 kasınız geriliyor. Hiç gerek yok gerilmeye. Gülerek de olayları çözebiliyorsunuz. Genel olarak umutlu biriyimdir. Negatif cümle kurulmasını sevmem. Şu çaya bakıp “Bu çay niye iyi demlenmemiş?” diye sormak yerine, “Bu çay biraz daha demlense daha iyi olabilir miydi acaba?” demeyi tercih ederim. Tabii insan kaynakları alanından geliyor olmam beni ilişki yönetimi ve duygu kontrolünde daha ehil hale getirdi. Mesela Mecliste kürsüden konuştuğum zaman AKP sıralarından ciddi anlamda sözel saldırıya uğruyorum. Belirli müptelalarım var orada. Onlar ben çıktığım zaman mutlaka laf atıyorlar, tespit etmiş durumdayım. Ama onları duymazdan gelip, asla sinirlenmeden söyleyeceklerimi söyleyip kürsüden ayrılıyorum. Şunu da itiraf edeyim size. Dışarıdan bakıldığında sakin görünürüm. Fakat kendimi biraz ördeklere benzetirim. Suların üzerinde güzel, cool bir şekilde yüzerler oysa aşağıda müthiş bir devinim vardır. Benim de içim hep pır pırdır aslında.

EKİBİM VAR: HİÇBİR ŞEYİ TEK BAŞIMA YAPMIYORUM

Çok yönlü olmayı seviyorum. İlgi alanlarım geniş. Dolayısıyla iş hayatında birtakım şeyleri oturtmaya başlayınca insan kaynakları alanından da geldiğim için iyi bir ekip kurabilme ayrıcalığını yarattım kendime. O ekip 22 kişiydi. O ekibi kurunca iş hayatı ile farklı faaliyetleri bir arada yürütebileceğim bir ortam oluşturmuş oldum. Sivil toplum örgütleri hem çevremin genişlemesi anlamında bana sosyal bir doyum verdi hem de toplumsal fayda yaratabilmenin küçük ölçekli haliydi. Onun da getirdiği manevi bir tatmin var size. Türkiye’nin en büyük insan kaynakları derneği Peryön’ün İç Anadolu Şubesinin yönetiminde uzun yıllar çalıştım. Özel İstihdam Büroları Derneği ve uluslararası girişimcilik kuruluşu olan Endeavor’da etkin roller üstlendim. Max Fm’de, “İş ve Kariyer dünyası” adlı haftalık bir radyo programı hazırladım. Yüksek enerjili birisiyim. Ondan dolayı hem Mecliste hem de dışarıda aktifim.  Şimdiye kadar biber gazı yemedim, daha bana nasip olmadı! Ama olacaktır yakında! Dil Tarih’teki öğrenci olayına da gidiyorum,  hayvan hakları eylemine, sokak çocukları, devlet tiyatroları, her yere yetişmeye çalışıyorum. Yılmaz Güney Sinema Müzesi kurulması gibi birçok konuda kanun teklifi veriyorum. Her birinde hem ekip çalışması, hem de STK’larla bağ kurmanın etkileri var. Hiçbirini tek başıma yapmıyorum. Mecliste de ekip çalışmasını önemsedim ve ön plana çıkardım. Şimdi de üç kişilik bir ekibim var. İş dünyasından geldiğim için belirli bir ajanda ile çalışırım. Sabahları gazete özetleri gönderiliyor. Ben de kendimle meclisle ilgili haberlere bakıyor oluyorum. Hemen arkadaşlarla ya bir araya gelip toplanıyoruz ya da dinlenen telefonlarımızla gündemi değerlendirip hızla ona göre plan yapıyoruz. Diğer ekip arkadaşlarımız da eşzamanlı olarak benim telefonumdaki ajandamı görüyorlar. O hafta ya da ay eğileceğimiz konuları saptıyoruz. “Üç fidan” eylemi de böyle çıktı. Oradaki ana tema Cumhuriyet değerlerine saldırı ile Gazi Yerleşkesi’ne Başbakanlık konutu kurulmasını protesto etmekti.  Ekip arkadaşlarımızla konuşurken benim aklıma 6 Mayıs’ın yaklaştığı geldi. Fidanlı eylem “Üç fidan”ı da çağrıştıracaktı. O fidanı Mecliste Başbakanın koltuğuna bıraktım. Aslında ilk fidan eylemim o değildi, ondan önce de Gazi Yerleşkesine gidip fidan dikmiştim, sonrasında eylemimize katılan çalışanlarla ilgili soruşturma açıldı. İşten çıkarılma tehdidi ile karşı karşıya kaldılar. Diktiğimiz fidanlar da Orman Genel Müdürlüğü’ne yakışmayacak şekilde talimatla söktürüldü. Düşünün bir ormancı beş yaşındaki sedir fidanlarını oradan söküp atıyor!

FUTBOL: KÜFREDEN ERKEKLER ADINA DA UTANSIN

Ankaragücü de yine saha çalışmasıyla çıktı. Sincan’daki ilçe örgütümüze ziyaret düzenlemiştik. Aynı zamanda Ziraat Odası Başkanıyla da görüşme ayarlamıştık. Toplantıya katılan AKP’li bir belediye meclis üyesi Ankaragücü’nün kötü gittiğini ama Ankara milletvekillerinin destek olmadığını söyledi. Onun üzerine Ankaragücü yönetimi ve taraftarlarıyla toplantılar düzenledim. İşin içine girince de hakikaten o adanmışlık duygusu ile destek verdim. Onlar ben sevdi, ben de onları. Diyebilirsiniz ki, tehlikeli bir profil ama bana göre hiç değil. Taraftarlara yaslandım, aramızda güçlü bir bağ oluştu. Onlar da benim samimiyetimi anladılar. Sonrasında maçlara gittim, gidemediğim maçlara otobüsler kaldırdım. Erkeklere yasak olan maçlara kadınları toplayıp götürdüm. Hatta CHP Kadın Kollarından götürdüğüm bazı kadınlar hayatlarında ilk kez maça gittiklerini söylediler. Çok da keyifli vakit geçirdiler. Hemen bir eleştiride bulunayım. Sayın Başbakan diyor ki, “Erkek seyirci yasağı olan maçlarda kadınlar küfrettiğinde onlar adına utandım.” Neden Sayın Başbakan sadece kadınlar adına utanıyor? Erkekler adına da utansın o zaman. Benim de gittiğim maçlarda hep küfür edildi. Ben erkekler adına da kadınlar adına da utanıyorum. Evet, kadınlar da küfrediyor ama her iki taraf aynı sözleri söylüyor. Kadınlar hep hanım hanımcık olsunlar, evlerinde otursunlar, çocuk doğursunlar, mümkünse nazik gibi kırılgan isimleri olsun istiyorlar.

KEMALİZM: CUMHURİYET TARİHİYLE YÜZLEŞSİN

Ben değişen dünya ve Türkiye dinamiklerine göre evrilen bir Kemalizm anlayışına sahibim. Bir başka deyişle benim Kemalist anlayışım onun devrimci yaklaşımı ile besleniyor. CHP’nin geçmişi bu ülkenin ortak tarihidir. Bir dönemi değerlendirirken sadece bir partiyi değil bütün dinamikleriyle içinde bulunulan toplumsal ortama bakarak değerlendirme yapılması gerek. CHP’ye yapılan birtakım eleştirilerin de haklı olmadığını düşünüyorum. Başbakanın sürekli olarak 1930’lara, 40’lara geri dönmesini anlamakta zorluk çekiyorum. Dara düşen esnaf eski defterleri karıştırırmış, başbakanın ki o hesap. Tabii ki, Türkiye Cumhuriyeti her konuda kendi tarihiyle yüzleşsin. Tarihimizi değerlendirmemizin sakıncası yok. Ama CHP’ye saldırmak için o dönemde gerekli görülen birtakım uygulamaların AKP tarafından bir malzemeye dönüştürülmesinden rahatsızlık duyuyorum.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 10 HAZİRAN 2012

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.