AYHAN SEFER ÜSTÜN

...

MİLYARLARCA TERÖR TAZMİNATI ÖDENDİ ULUDERELİ ALINCA MI KÖTÜ OLACAK?

Ayhan Sefer Üstün, TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı. AKP milletvekilliği öncesinde Mazlum-Der yöneticiliği yaptığı için insan haklarına da aşina. 34 kaçakçının hava operasyonuyla öldürülmesini araştırmak üzere heyet olarak gittiği Uludere’de gördükleri askeri hâkimlik anılarını depreştirmiş.

GÖÇMENİZ: ÇOCUKLUK HAFIZAM ALMANYA TRENİNDE BAŞLAR

Babam Almanya’da beş yıl işçilik yaptı. Altı yedi yaşındayken bir yıl kaldım Almanya’da. Annem ve babamla birlikte trenle gitmiştik. Çocukluğuma dair hafızam oradan başlar. Alman çocuklarıyla diyaloglarım hatırımda. Almanca bilgim oradan gelir ama artık iyice azaldı. Çok soğuk bir gecede inmiştik Almanya’ya. Evi de babam yeni tutmuştu, orası da buz gibiydi. Sonra annemle köye dönmüştük. Bizim köyün yarısı Bulgaristan’da, Burgaz’ın Aydos kazasında Abdürrezzak köyü. Diğer yarısı da Sakarya’nın Ferezli ilçesinde. Fakat 1960 darbesinin azizliğine uğramış ve ismini Konuklu olarak değiştirmişler. Bizim ailemiz de Burgaz’dan göçmüş. Sadece eşim ve ailesinin bir kısmı Boşnak, bir kısmı “Manav” dediğimiz yerli Türklerden. Karadeniz’in Batı ucunda Burgaz. Bazen espri yapar, soranlara “Evet Karadenizliyim” derim. Sakarya’ya insanlar birçok yerden gelmiştir, Karadeniz’den, Kafkaslar’dan, Balkanlar’dan. Özellikle Balkanlar’dan gelenler kendilerini tam Sakaryalı olarak tanımlar; ben de kendimi Sakaryalı görürüm. Yerliler ile eşdeğerde algılanırız.

YATILI OKUL: 12 EYLÜL’DE GECE NÖBET TUTTURDULAR

Ben köy ilkokulunda öne çıkmaya başlayınca öğretmenim Fatma hanım özel ilgi gösterdi. Eşi Erdoğan Gökcan da beni yazları çalıştırdı. Bir gazetenin verdiği ekleri kullanarak bana testi öğretti. Onun öğrettikleri sayesinde Eskişehir yatılı öğretmen lisesi sınavını kazandım. Koğuşta yüz kişi kalıyorduk. Zor şartlar insanlara birbirine destek olmayı öğretiyor. Bizim köye en yakın ortaokul 30 kilometre mesafedeydi, Eskişehir’de yatılı okula gitmezsem okuyamayacaktım. Bu şartlara dayanmam gerekiyordu. Eskişehir’in kışı çok sert geçiyordu. 12 Eylül ihtilali oldu; o zamandan böyle kalmış dilimde, yanlış söyledim darbe oldu. Bize nöbet yazmaya başladılar. Marangozhane, atölye, spor salonu ve fırında nöbet tutturdular. Bu iki yıl kadar gitti böyle. Arkadaşlarım hep hasta olmaya başlayınca bu sefer yatakhane nöbetine çevirdiler. Sabah altıda kaldırıp spor da yaptırırlardı bize. Zor yıllardı. Arkadaşlarımızla görüşüyoruz bazen.

HÂKİMLİK İDOLÜMDÜ: ÂSKERİ HÂKİMLİK YAPTIM

Üniversite sınavında ilk tercihim hukuk fakültesiydi. Yaklaşık 35 puan fazlayla da kazandım. Hukuku çok seviyordum. Adalet dağıtmak için hâkim olmak istiyordum. Hâkimlik bir idol gibiydi gözümde. Bu hayalle hiç sınıfta kalmadan 1988’de bitirdim İstanbul Hukuk Fakültesi’ni. Fakat çıkıp köye gelince hâkimlik iştahım birden söndü. Hayatımın çoğunu gurbette geçirdiğim için memleket ve aile özlemi patladı içimde. Bundan sonra gurbet yok dedim. Arkadaşlarımı hep ben teşvik etmiştim hâkimlik için. Ama ben sınavlara başvurmadım, arkadaşlarımı orada yarı yolda bıraktım biraz. Şimdi arkadaşlarımın hepsi hâkim ve savcı. Üst seviyelere de geldiler. Bir yıl serbest avukatlık yaptıktan sonra hayatımı tanzim edeyim diye askere gittim. Askeri hâkimdim, Gaziantep Zırhlı Tugay Askeri Mahkemesi’ne tayin oldum. Hâkimlik hevesimi de tattım orada. O zaman da kötü muamele olaylarına duyarlıydım. Askerlere kötü muamele iddiası varsa derhal doktora sevkediyordum. Benim nöbetimde herkes teyakkuzda oluyordu biraz. Hümanist bir insanım. İnsanlara şefkatli yaklaşırım. Böyle yufka yürekli bir yanım var. Bunda annemin etkisi olabilir. Anaç bir Osmanlı kadınıdır, şefkatlidir. İlkokulda Kemalettin Tuğcu’nun kitaplarını okumuştum, onların ve yatılı okulun da etkisi olabilir.

OTOPSİDE GÖRDÜĞÜM KAÇAKÇI: FAKİRLİKTEN İÇÇAMAŞIRI GİYMEMİŞTİ

Gaziantep’te sınırla ilgili sorun büyüktü. Kaçakçılık yapan sırtçılar vardı. Genellikle onlar vuruluyordu kazara da olsa. Mesela sırtçılardan birinin otopsisine katılmıştım. Muhtemelen çok az bir paraya bir başkasının malını Suriye’den alıp, işte Kilis’e getiriyordu. Ne altında ne üstünde iç çamaşırı yoktu. Bu muhtemelen fakirliktendi. Bu olay bende derin bir iz bıraktı. Biliyorsunuz kaçakçılık öyle kalmadı, başka usullere bağlandı memleket batmadı. Bugün aynı şeyi Uludere’de gördüm. Gerçi hükümetimiz üç yeni gümrük kapısı açılacağını açıkladı. O bölgede yaşayan insanların sayısı belli. Toplasan on bini geçmez. Bu insanlara diyelim yıllık 50 bin veya 100 bin liraya kadar vergisiz mal getirme hakkı tanınsa bir karneyle memleket batar mı? Hayır batmaz. İnsanlarımızı gayri hukuki yönlere sevk etmeden bu tür çözümler üretilebilir. Bir defa coğrafi şartlar çok çetin. 3500 insan yaşıyor o köyde. Kaçakçılık yapma imkânı olduğu için diğer mezralardan da gelmişler oraya. Tabii gene Türkiye standartlarına göre hayat seviyeleri çok düşük. Komisyon raporumuzda hem olayların aydınlatılması konusu içerecek. Hem de bu olayın bir daha yaşanmaması için neler yapılması konusunda önerilerimiz olacak.

TAZMİNAT: TERÖR TAZMİNATI ALIRKEN SORUN YOKTU

Uludere’de erkeklerle de görüştük kadınlarla da. Ama doğrusu erkeklerden “Tazminatı almıyoruz” lafı duymadım ben. Diyorlar ki, “Bizim amacımız tazminat değil. Biz sorumlular bulunsun istiyoruz.” Tazminat konusunun öne çıkarılmasından rahatsızlar. Bu da doğal. Basit bir olay değil. Canlar gitmiş. Ama kadınların canı daha fazla yanmış gözüküyor; çünkü ölenlerin yüzde 80’i 20 yaş ve altı. Onlar haklı olarak daha duygusal yaklaşıyorlar. Ana yüreği. Belki orada basının da etkisiyle kadınların ağzından çıkmış olabilir böyle bir laf. “Bizi tazminat peşinde koşan insanlar olarak görmeyin. Öncelikle bu olayın sorumluları bulunsun” gibilerinden konuştular. Biraz da terör örgütünün çalışması olmuş gibi geldi bize. Sorumluları ortaya çıkmadan neden barışıyorsunuz gibi bir şey ortaya çıkmış. Sorumlu da bulunsun ama kalan insanların hayatlarını kolaylaştıracak tazminatsa tazminat ya da başka yardım yapılmalı. Bu devlet, terör tazminatı olarak 5 Katrilyondan fazla para ödemiş. Bunlar alınırken bir şey olmuyor da bunu alırken mi oluyor? Biz Heron görüntülerini bir teknik heyet eşliğinde elbette izlemek istiyoruz. Bunu ilgili kurumlardan talep edeceğiz. Şimdi farklı algılamalara yol açacak bir değerlendirme yapmak istemiyorum. Komisyon üyesi arkadaşlarımızın da sorumlu davranması lazım. Bu işin meyvesi aslında raporun sonucudur. Bu ürünü ortaya koyabilmemiz için herkesin biraz ketum davranması lazım. Erkenden yapılacak değerlendirmeler süreci baltalar. Provokasyon olup olmadığı gibi konular hep sonuçta söyleyeceğimiz değerlendirmeler. Çünkü ben ara istasyonun değil son istasyonun önemli olduğuna inanıyorum. O bakımdan buradan iyi bir sonuç alabilirsek görevimizi yapmış kabul edeceğim.

AVUKATLIK: DEPREM OLUNCA DAVALARIM ARTTI

Askerden sonra dedim ki, “Bir de evlenirsem hayatım düzene girecek.” Evlenmeye o şekilde karar verdim. Arkadaşım da avukattı. Onun baldızıyla görüşme imkânımız oldu, tanıştık evlendik. Üç kızım oldu; Sümeyye, Şeymanur ve Beyzanur. Eşim bana çok yardımcı oldu. Köyden gelmiş bir kişi olarak kısa sürede epey mesafe aldım. Hakkını ödeyemem. Bacanağım olan avukat arkadaşımla ortak olarak avukatlık yaptım. Ben milletvekili olana kadar da devam etti bu ortaklık. Birbirimize çok güvenirdik; hem hukuki hem de parasal konularda. Milletvekili olunca ceketimi aldım çıktım. İyi bir iş hayatımız vardı. Ama bir taraftan siyasetle meşgul oluyorduk. Baroya geldiğimizde bir abimiz vardı muhafazakâr. Diğer avukatlar deli muamelesi yaparlardı adamcağıza. Çok takılırlardı, o da kızınca eline geçirdiğini atardı onlara. Bizden sonra başladı muhafazakâr arkadaşlar genişlemeye. Değişik cemaat ve vakıflardan arkadaşlar bizi davalarına çağırmaya başladılar. Çoğuna ücretsiz bakardık. Bacanağım daha çok ceza davalarına girerdi. Ben de hukuki ihtilaflar ve idari davalara bakardım. Birkaç üstad girerdi İdare Mahkemesi’ndeki davalara. Gittim baktım toplam beş kalem dava. Çalışıp o davaları almaya başladım. Nitekim deprem olunca bize çok deprem davası geldi. İşimiz çok arttı. İş davalarına girmem de şuradan kaynaklandı; bir üstada sordum; “Nasıl yapacağız?” diye. “Kusura bakma bu meslek sırrı” deyince şoke oldum. İşi gücü bıraktım, örnek davalara çalıştım, ne kadar kitap varsa okudum. Sonra iş davalarını da almaya başladım.

SİYASET: MUHAFAZAKÂRLARIN EKONOMİK GÜCÜ OLMALI

Sol çok fazla hâkimdi yatılı okulda. Onun karşısında bir grup Ülkücü vardı. Ben o iki tarafa da dahil olmamaya çalıştım. Üniversitede de bu iki akımın içinde olmadım. Orada da orta yol izledim, derslere çok odaklıydım. Babam kendisi dönerken büyük abimi Almanya’ya götürdü. Abim orada Milli Görüş teşkilatlarında yer aldı. Cemaatçilik, sosyal çalışmalar içinde bulundu. Şimdi rahmetli olan o abimin bende etkisi olmuştu. Sakarya’da avukatlık yapmaya karar verdiğimde baktım, neredeyse hiçbir tanıdığım yoktu. Sosyal hayata atılmam gerekiyordu. İşte ne var? Mazlum-Der, yani insan hakları savunuculuğu. Sakarya’da kurmamız lazım dedik, kurucularından olduk. Onun dışında bir eğitim faaliyeti yürütmemiz lazım dedik. İlim Yayma Cemiyeti’nin Sakarya Şubesi’nde 7-8 yıl genel sekreterlik yaptım. Orada da yatılı okul mantığı vardı, evliydim ama yurtta yatıyordum. Kırsaldan gelen çocuklara barınabilecekleri yurt sağlıyorduk ama tabii konferanslarda, sohbetlerde çocuklara ahlaki değerler, dindarlık elbette veriliyordu. Refah Partisi’nde, sonra da Fazilet Partisi’nde il başkan yardımcısıydım. Müsiad’a girmem 28 Şubat’ın getirdiği bir açılımdı. Siyaseten nefes alamaz hale gelmiştik. İşadamı değildim ama örgütçü bir yanım vardı artık. Muhafazakârların ekonomik olarak da güçlü olması lazım dedik arkadaşlarla. Tüsiad’ın 28 Şubat’taki o tavrı bizi hakikaten yaralamıştı. Müsiad’ı Sakarya’da kurmamız lazım dedik. Erol Yarar da rozeti takarken sordu, işadamı değilsiniz diye. Aynen bunları anlattım ona da. Bu işin mayası tutsun diye yaptım. Sakarya Büyükşehir Belediye Meclis üyesiydim 1999’da. Parti kapatılınca yol ayrımına geldik. Ak Parti’nin Sakarya’da kurucu merkez ilçe başkanlığını yürüttüm. Sonra 2002’de milletvekili seçildik.

BARIŞÇI EYLEMLER: MAZLUM-DER’İN ETKİNLİĞİ KALMADI

Türkiye insan haklarında nereden nereye geldi? Dernek aramalarına katılırdık. Hem avukat, hem de Mazlum-Der’de görevli olduğumuz için bizi çağırırlardı. O zaman İHD ile de dayanışma içindeydik. Derneği darma duman ederdi polis. Arama bittikten sonra tutanak imzalatırlardı. Sakarya’da başörtüsü için “El ele” diye barışçıl bir eylem yapıldı E-5’in kenarında. Ben de polislerle konuşarak koordinasyonu sağlıyordum. Bir hafta sonra herkesi ifadeye çağırdılar. Meğer konuştuğum polisler herkesin ismini almışlar. Fakat benim ismim çıkmayınca mahcup oldum. Onların avukatlığını yaptım. Neyse Sakarya’da deprem olunca dosyalar karıştı marıştı o dava da öyle kapandı. Biz hep barışçıl eylem yapıyor, şiddetten kaçıyorduk. Hep diyalogla işi yürütmeye çalışmışımdır. Polisle valiyle karşı karşıya gelmedim. Mazlum-Der sonradan farklı yerlere savruldu. Sonra bir bölünme yaşandı. Doğrudur, etkinliği kayboldu.

AVUKATLIĞA DÖNMEM: MİLLETVEKİLLİĞİNDE SON DÖNEMİM

Milletvekilliğinde üçüncü ve son dönemim. Üç dönemlik sınırlamanın değişmesini de arzu etmiyorum ben. Hem vatandaşlarımıza bir söz verdik. Hem de insanların üç dönem sonunda kafasını biraz dinlemesi lazım. Ben öncelikle biraz dinlenmek istiyorum. Avukatlığı özlemedim. Bu kadar insanın vekilliğini yaptıktan sonra tekrar özel vekilliğe dönecek enerjiyi kendimde bulamıyorum doğrusu. Öncelikle sağlık, sıhhat istiyorum Cenabı Allah’tan. Bir süre dışarıdan bakıp ondan sonra karar vereceğim. Mecliste baştan beri Anayasa Komisyonu Başkanvekiliydim. Burhan Kuzu ile beraber çok iyi çalışmalar yaptık. Bu anayasa değişikliklerinin tamamında fiilen vardım. Komisyonda da aktiftim. Grup Yönetim Kurulu üyeliğim vardı. Bundan önceki dönemde Genel Merkezde Seçim İşleri Başkan Yardımcısıydım. Ciddi bir tecrübem oldu.

KOMİSYON: ASKERLİKTEKİ KÖTÜ MUAMELEYİ KALDIRACAĞIZ

İnsan Hakları Komisyonu Başkanları içinde en şanslısıyız. Bir defa insan haklarını savunmak açısından konjonktürün çok uygun olduğu bir dönemdeyiz. Demokrasi, insan hakları ve hukuktaki gelişmeler, işimizi yapmamızı kolaylaştırıyor. Sadece askerlikteki kötü muameleyi ortadan kaldırmış olsak dahi görevimizi yapmış olacağız. Orası da bir kara kutuydu, Uğur Kantar olayı ile birlikte oraya el attık. O bir milat. Özel olarak çalışıyoruz, mesafe de alıyoruz. Askerlere kötü muamele konusunda yüze yakın dosya var. Kendi evimizin önünü süpürür, insanımızın hakkını savunursak diğer devletlere de söz söyleme hakkımız doğuyor. Bakın Neonaziler’in öldürdüğü vatandaşlarımızın durumunu Almanya’ya incelemeye gidiyoruz. 23 Şubat’taki anma törenine katılacağız. Onun öncesinde Araştırma Komisyonu, avukatlar, aileler ve Alman yetkililer ile görüşeceğiz. Bunu bir rapor haline getireceğiz. AİHM’deki davaların bu kadar çok olması üzücü bir olay. Birçok reform yapıldı ama yargı sistemimiz reformları özümsemekte zorlanıyor. Emniyet Genel Müdürlüğü reformlara çabuk adapte oldu. Mesela İzmir’deki o olay. Küçümsediğim için söylemiyorum; kadına birkaç tokat vurmuş. Sayın cumhurbaşkanından bize kadar herkes bunu kınadı. Açığa alındılar davalar devam ediyor. O karakola kamera konulmasaydı muhtemelen ortaya çıkmayacaktı. 10 yıl önce bu ülkenin karakolundan Filistin askısı çıkıyordu. Onu da bu komisyonun başkanı Sema Pişkinsüt bulmuştu. 10 yılda aldığımız mesafe bu. Cezaevlerindeki sorun artık sıkışıklığa indirgendi. Cezaevlerinde kimse bize bir fiske atıldı demiyor artık.

YAŞAM HAKKI: ÖLENLERİN HİKÂYELERİNİ TOPLUYORUZ

Alt komisyonlarımızdan birinin konusu, son 30 yılda yaşanan yaşam hakkı ihlallerinin ortaya çıkarılması. Neden bunu yapıyoruz? Türkiye’de insan hakları ihlallerinin en çok yaşandığı alan orası. Terör örgütünün eylemlerinden tutun da devlet adına yetki kullanan birtakım insanlardan dolayı insanların yaşam hakları yok edilmiş. Yaşam hakkı en temel insan hakkı. Bir defa bunu ortaya koyalım. Kaç insanımız ölmüş? Asker, polis, sivil, dağdaki terörist! Belli değil. Genelkurmay Başkanı’nın üç konuşmasını aldık, üçünde de farklı rakamlar veriliyor. İkincisi, bunlar sadece istatistik, rakam değildir. Buraya gelen ölen binbaşının eşinin de özel bir hikâyesi var; dağda oğlu ölmüş babanın da. Bu özel hikâyelerden sonuç çıkararak insanların vicdanlarına hitap etmeye çalışıyoruz. Bakın gelen heyetlerden biri, Ankara’da bir travestiye kesilen trafik cezasını sordu bana. Türkiye’de 30 yılda farzımahal 45 bin can kaybı verilmişse elimde bir rapor olsun, bu raporu İngilizceye çevirip gelenlere sunayım. Travestiye haksızlıkla trafik cezası kesiliyorsa bunu kaldıralım ama bu olayın durması için siz de katkı verin diyeyim. Bu faili meçhul komisyonu değil. Ama gelen inanlar birtakım faili meçhul olaylardan da bahsediyorlar. Diyelim, Tunceli’de kızı kaçırılan Hıdır Öztürk geldi buraya. Onun beyanını göndererek Tunceli ve Elazığ Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunduk. Amacımız yargıyı hareketlendirmekti. Nitekim Elazığ Başsavcılığı dosyayı raftan indirdi. İstiyoruz ki, Türkiye’de hiçbir şey karanlıkta kalmasın. Faili meçhul komisyonu kurulabilir mi? Kurulabilir. Gruplar anlaşırsa bizim burada bir alt komisyon olarak da kurulabilir. Ben şahsen kurulması taraftarıyım.

ASKERLİK: VİCDANİ RET İNSANİ HAKTIR

Vicdani ret olacaktır Türkiye’de. Olmaması mümkün değil. Yalnız bu işi savunanların yeni bir tanım bulmaları lazım. Halk, “Ne demek bu vicdani ret? Diğerleri vicdansız mı?” diyor. Yeni anayasa yapılması bir şans. Belki bir cümleyle de olsa anayasaya geçebilir. İkincisi Türkiye’nin mutlaka profesyonel orduya geçmesi lazım. Türkiye 300 bin çakı gibi profesyonel askere bakabilecek güce sahip. Profesyonel askerliğe geçerken zaten mecbursunuz bu insanlara alternatif çözümler üretmeye. Türkiye adım adım o noktaya gidiyor. Tabii “Silah kullanmak istemiyorum” demek insani bir haktır. Bu ortamda bunu konuşmak zor. Ama insan hakları komisyonu başkanı bunu da söylemek zorundadır.

MAHKEMELER: TUTUKLULUK DIŞINDA ÇÖZÜM ÜRETİLMELİ

Ben ifade özgürlüğünün sonuna kadar kullanılmasından yanayım. Fakat konuştuğu yer, bir mahkemenin önü. “Burada çadır tiyatrosu kurulmuş” gibi lafları var. Hakikaten çok ağır. Ak Parti’ye kapatma davası açıldığında bizler böyle ifadeler kullanmadık. Şimdi Sayın Kılıçdaroğlu ifade özgürlüğünün sınırları çerçevesinde hakaret etmeden daha ağır sözlerle eleştirebilirdi. Fakat seçtiği kelimeler, tevil götürmeyecek bir hakaret. Bu çerçevede fezleke hazırlanmasını doğrusu garipsemedim. Bu lafların yarısını İnsan Hakları Komisyonu Başkanı olarak ben söylesem bana da fezleke hazırlanır. Ben de bu yargılamaların bir an önce bitmesini arzu ediyorum. Aslında istatistikler tutukluluk sürelerinin azaldığını gösteriyor. Fakat belki bu birtakım makam mevki sahibi insanların tutukluluğu uzayınca gündeme geliyor. Bu da haklı bir şey. Türkiye artık bunu kaldıracak elektronik altyapıya sahip. Bu insanların bir kısmına “Evinizin 100 metre uzağına çıkmayacaksınız” denebilir. Bunu takip etmek elektronik bileklikle falan mümkün. Yeni birtakım çözümler üretilmeli.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 12 ŞUBAT 2012