ASKERLER SORGULANAMAZ DARBECİLER ASLA

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 51

ASKERLER SORGULANAMAZ DARBECİLER ASLA

Alışmışızdır, "Gündem ne kadar çabuk değişiyor ülkemizde" der dururuz. Gerçekten de içinde yaşarken gündem sık değişiyormuş gibi gelir. İlk sıradaki "gündem maddesi" saat başı yenilenir, her skandalı, her felaketi, her garabeti bir başkası izler.

Öyle hızlı değişir ki "gündem", biraz dikkatli izlemeye kalktığınızda başınız döner, kim nereden ne kadar götürmüştü, kim ne zaman ne demişti, hangi milletvekili hangi partideydi, her şey birbirine karışır.

Fakat bir hafta, bir ay, hatta bir yıl bile Türkiye’den ayrılıp uzak diyarlara gittiğinizde gerçekle yüz yüze gelirsiniz. Döndüğünüzde bir de bakarsınız, hiçbir şey değişmemiştir, gündem yine aynıdır!

Sanki siz sadece birkaç gün önce gitmişsiniz de gündem, çarkını çevirebilmek için dönüşünüzü beklemiştir. Aynı sorunlar, aynı skandallar, aynı felaketler konuşulup gitmektedir. Sadece birkaç isim, birkaç ayrıntı değişmiştir o kadar. İntibak etmekte zorluk çekmezsiniz memleket gündemine.

İçinde yaşarken değişiyormuş gibi hissettiğiniz aslında gündem değil, gündemin köpüğüdür. Memleketin gerçek gündemi yerini hep korumaktadır. Çözülmeyen sorunlar, hesabı görülmeyen yolsuzluklar, halledilemeyen anlaşmazlıklardır asıl gündem.

Gazete ya da televizyonların haber merkezlerini yönetenlerin istedikleri gibi değiştirebilecekleri bir şey değildir gündem. Haber başlıklarını istediğiniz gibi seçebilir, tüm Türkiye’nin haberlerinizle çalkalandığını varsayabilirsiniz.

Bir üçgen oluşturursunuz; gazeteci-siyasetçi-işadamı. Siz yazarsınız siyaset ve iş dünyası konuşur; onlar anlatır siz yazarsınız. Aynı kavanozda yaşayınca sanırsınız gündem sizin konuşup yazdıklarınız.

Oysa asıl gündem siz görmeyince, konuşmayınca yok olmaz. Hayat size rağmen devam eder, sorunlar var olmaya devam eder. Aylarca, yıllarca görmezden geldiğiniz, haber yapmadığınız bir sorun gelir kendini dayatır. Öyle bir dayatır ki, gündemin ilk sırasına oturtmak zorunda kalırsınız.

Bir yıl öncesine gidelim, o büyük "Şubat krizi" öncesine. Yeni yıla girerken ne kadar umutluyduk! Ekonomimiz düzeliyor, enflasyon düşüyordu. Ne oldu? "Şubat krizi" geldi, hani görmek istemediğimiz, belki de moral gazıyla düzeleceğini sandığımız "ekonomik iflas" kendini gösterdi. Son 20-30, hatta 50 yıldır gündemin tepesine kurulmuş olduğunu anımsattı.

Yaklaşık iki yıl önce Helsinki bildirisine imza koyup, Avrupa Birliği’ne aday ülke olunca her şey çözüldü sandık. "Ulusal program" yapıp üstüne yattık, bir tek Anayasa’da değişiklikler yapınca Avrupalıları kandırırız sandık. Ne Kıbrıs ve Ege sorununda, ne demokratikleşme, ne insan hakları, ne de sayabileceğimiz yüzlerce problemli alanda dönüşüm peşinde koştuk! Sonuç? Avrupa Komisyonu 2001 İlerleme raporu gerçeği yüzümüze çarptı; "AB müktesebatına uyumda aşama kaydedemediniz." İlerleme raporunda yazılanlar aslında Türkiye’den istenen "koşullar" değil, "Türkiye’nin gerçek gündem maddeleri". O maddelerin varlığını anımsamamız için raporun açıklanması gerekiyormuş maalesef.

Bir de başka birileri ya da sorunların bizzat kendisi tarafından henüz anımsatılmamış "asli gündem maddeleri" var. Bunlardan en önemlisi Kürt sorunu. Son 15 yılımız terörle geçti, Güneydoğu’da kanlı bir savaş yaşandı. Savaş sürerken çözüm için yapılması gerekenler söylendiğinde devleti yönetenler hep, "Önce terör dursun, sonra gereken yapılır" derdi. Öcalan yakalanıp İmralı’ya tıkıldı, PKK ateşkes ilan edip dağlardan çekildi, Güneydoğu’da silahlar sustu. Hemen unutuldu terör, unutuldu söylenenler. Sorunun kaynağına inilmedi, siyasi ve ekonomik çözümler aranmadı.

Şimdi adına ne derseniz deyin, ister Kürt sorunu, ister Güneydoğu sorunu; bu ülkenin böyle bir gündem maddesi var mı, yok mu? Gazete ve televizyonlara, politikacılarımıza bakarsanız böyle bir gündem maddesi yok.

Bir gün birileri çıkıp anımsatana kadar da yaşam, memlekette böyle bir gündem yokmuş gibi devam edecek. Dilerim geçmişte yaşananların tekrarlanmasına benzer, herkesi üzecek, kötü bir anımsatma olmaz, yine Güneydoğu’da kan akmaz.

Eski darbecilerden Tahsin Şahinkaya hakkındaki yolsuzluk iddialarının anımsatılması güzel bir yolla oldu; emekli büyükelçi Yalım Eralp, gazeteci arkadaşımız Yener Süsoy’a demeç verdi. F-16 ya da F-18 uçaklarının seçiminde dönen rüşvet iddialarının resmi kanallardan da Ankara’ya ulaştırdıklarını anlattı.

Birden Türkiye uyandı, 12 Eylül darbesini yapan "beşibiryerde generaller"den Şahinkaya’nın bir zamanlar "Dünyanın en zengin hava kuvvetleri komutanı" diye anıldığı anımsandı. Olayı şurasından bilenler, eteklerindeki taşları dökmeye, bildiklerini anlatmaya başladı.

Yazık ki, anlatılanların çoğunun ana hatları biliniyordu, gizli saklı bir şey yoktu. Tıpkı F-16/F-18 olayından önce Lockheed skandalında olduğu gibi Türkiye’de aralarında üniformalıların da bulunduğu bazı kişilere rüşvet verildiği iddiaları herkesin malumuydu.

Komediye bakın! Aradan 20 yıl geçmiş hâlâ Şahinkaya gündemde. Şimdi söyleyebilir misiniz, bu ülkede gündem çabuk değişiyor? Eğer bir yolsuzluk olayı 20 yıldır gündemde kalabiliyorsa bu ne biçim değişikliktir?

Gündemin değişebilmesi için Şahinkaya’nın yargılanması gerekirdi. Aklansa da mahkûm da olsa bu olay gündemden çıkıp giderdi. Ne Yalım Eralp anılarını anlatırdı, ne de anlatınca manşet olurdu.

Türkiye, Anayasa’nın 12 Eylül darbecilerini koruyan, Şahinkaya’nın yargı önüne çıkarılmasını engelleyen 15.maddesini hâlâ değiştirememişse AB Komisyonunun İlerleme Raporundaki şu ifade son derece haklıdır:

"Hükümet silahlı kuvvetlerin tamamen sivil denetim altına alınması konusunda ciddi bir ilerleme kaydedemedi."

Bu da gösteriyor ki, sadece Şahinkaya olayı değil, askeri yargının konumu da konuşulabilmeli. Asker kişilerle ilgili suç iddialarının yargıya yansıtılmasındaki sorunların da gündemimizin asli maddelerinden biri olduğu anımsanmalı.

Geçenlerde, uzun yıllar askeri yargıda görev almış, son olarak Askeri Yargıtay Genel Sekreterliği görevini yürütmüş Hava Hâkim Albay Ali Fahir Kayacan ile konuştum. Kayacan artık emekli. Askeri Yargıtay’ın 87 yıllık geçmişinin "kimlik ve bağımsızlık mücadelesi" ile dolu olduğunu söyledi. Askeri hâkimler yasasının 12 Eylül döneminde değiştirilmesinden sonra askeri yargıda hukukçu kimliklerinin "ikinci plana" atıldığını vurguladı, örnek verdi:

"Her şeyden önce askeri savcı, ağır cezalı veya gecikmesinde sakınca umulan haller dışında kendiliğinden soruşturma yapamaz. Askeri savcı, bir asker kişinin suçuyla ilgili olarak, hukuk tahsili yapmamış bir komutanın suç evrakını kendisine göndermesini beklemek durumundadır.

Bazı kişiler hakkında Askeri Mahkemelerce yapılan suç duyuruları ile ilgili olarak, keza bir toplantıda televizyon kameraları önünde söylenen sözlerin sahibi hakkında soruşturma emri verilmemesine karşın, bazı dava ve soruşturmalarda görevli askeri hâkim ve savcıların yaptıkları soruşturmalar ve verdikleri kararlardan sonra maruz kaldıkları Askeri Yüksek İdare Mahkemesince de tescil edilen hukuka aykırı işlemler, bu durumun çarpıklığını ortaya koymaktadır."

Demek ki, durumun vahameti Şahinkaya olayıyla sınırlı değil. 12 Eylül’de komutan Evren’di, izin vermedi Şahinkaya ile ilgili iddialar sorgulanamadı. Bugün de kim bilir kimler, nelerin soruşturulmasına izin vermiyor!

20 yıl sonra birileri çıkıp da bugün sorgulanmasına izin verilmeyen iddiaları anımsatsa ne diyeceğiz? Gündem hızla değişiyor mu, yoksa asıl gündemimiz kapanmayan dosyalar mı?

Faruk Bildirici / Tempo / 22-28 Kasım 2001