ARAŞTIRMACI GAZETECİLİK NEDİR?

...

Yakın bir zamana kadar "Araştırmacı gazeteci" tanımı gazeteciler arasında tepki yaratıyordu. "Nedir yani, biz haber yazarken araştırmıyor muyuz ?" tepkisi gösteriliyordu.

Aslında haksız da değillerdi. Elbette ki her haberin yazılması için araştırmak, soruşturmak gerekir. Her haberin kaleme alınmasından önce şöyle ya da böyle bir araştırma faaliyeti devreye girer. İster magazin haberi olsun, isterse bir polis adliye haberi.

Bu açıdan bakanlar, araştırmacı gazetecilik olarak tanımlanan ayrı bir uzmanlık alanının olmaması gerektiğini savunuyorlardı. Bu bakış açısı, araştırmacı gazeteciliğin tarihinin de gazetecilik kadar eski olduğunu savunuyor; araştırmacı gazetecilik tanımını küçümsüyordu.

Oysa günümüzde yürütülen habercilik faaliyetine baktığımızda artık 5-10 yıl önceki durumun değiştiğini görebiliyoruz. Artık araştırmacı gazeteciliğin farklı bir disiplin haline geldiği genel kabul görüyor. Yani gazetecilerin çoğu artık bu tanımı kabul ediyor, böylesine bir uzmanlık alanı olduğunu tartışmıyor.

Peki neden? Neden gazetecilik faaliyeti içerisinde "araştırmacı gazetecilik" olarak tanımlanan ayrı bir uzmanlık dalına gerek duyuldu? Bunu daha iyi anlatabilmek için öncelikle araştırmacı gazeteciliğin tanımı, işlevi, dünyada ve Türkiye’de tarihsel gelişimi üzerinde durmak gerek.

Bu derste bu noktaları biraz açmaya çalışacağım. İkinci derste araştırma yöntemleri, üçüncü derste de yazma teknikleri üzerinde durmak istiyorum.

Şimdi araştırmacı gazeteciliğin tanımı ve işlevi konusuna dönelim. Ve soruyu yeniden soralım; neden araştırmacı gazetecilik diye bir uzmanlık alanına gerek duyuldu?

1) Zaman sorunu: Belki de zamansızlık sorunu demek gerekir. Habercilik dinamik bir faaliyettir. Zaman akar siz peşinden koşarsınız. Öyle bir koşturmadır ki bu. Kişisel tarihiniz ile ülkenin tarihi birbirine karışır. Ben birçok gazeteci arkadaşımda rastladım. Bir tarih hatırlamak istediklerinde "O zaman Özal Başbakandı, suikastlı kongreden bir ay kadar önceydi" ya da "Mesut Yılmaz’ın evinde dinleme aletleri bulunmuştu, ondan 15 gün sonra benim kızım doğdu" gibisinden paralellik kurarlar.

Hani yaşlı köy kadınları çocuklarının doğum tarihini bilmez de bir sel felaketi ya da harman zamanı ile anlatırdı ya. İşte gazeteciler de öyledir çoğu zaman. Bu nirengi noktaları bir magazin muhabiri için başka, polis muhabiri için başka olabilir. Fakat temelde böyle bir tarihsel karışım söz konusudur.

Bunu şunun için anlatıyorum; gazetecilik dinamik bir faaliyettir. Zamana karşı yarıştır. Onat Kutlar’ın İshak adlı öyküsünde yaptığı bir tanımlamayı gazetecilik için de alıntılayabiliriz. Der ki; "Avcının iyisi uçarı vurur. İyi öykücü, akıp giden zamanın ritmine onu durdurmadan kalem uydurandır.Bir süre birlikte döner o çarkla. Ve bir ölü noktayı geçince bırakır."

Gazeteci de böyle zamanla birlikte döner durur; sürekli kurşun atıp iyi haberi avlamaya çalışır. Ama zamanla yarışmak zorunda kalması çoğu zaman haberlerin yeterince araştırılamamasına, sorgulanamamasına neden olur.

Hele bir skandalların, felaketlerin, şokların ve de mega şokların nadir görüldüğü bir ülkede değilseniz. Sürekli yeni felaketler, yeni skandallar, yeni sarsıcı olaylarla uğraşmak zorunda kalırsınız. Üstelik her yeni gelen olay, her yeni skandal bir öncekini geriye ittiği için de deyim yerindeyse olayların tümünü, ayrıntısını, bütün boyutlarını değil de sadece köpüğünü alıp okuyucuya yansıtmakla yetinmek zorunda kalırsınız.

İşte o zaman da gazetecilerin bir bölümünün zamana karşı yarıştan çekilip, geride kalanları toparlamakla ya da zamansızlık sorunu yüzünden yeterince araştırılmayan konulara eğilmesi gerekir. Bence araştırmacı gazeteciliğin ayrıldığı noktalardan biri burasıdır. Yani zamana karşı yarışta daha rahat koşabilmesidir.

Tabii arada kesin ve aşılmaz sınırlar yoktur. Araştırmacı gazeteci olmasa da diğer dallarda çalışan her gazeteci de kimi kez zamana karşı yarıştan çekilerek, ya da kimi kez de zamana karşı yarıştan vazgeçmeden bin bir müşkülat içerisinde araştırmacı gazetecilik örnekleri verebilir. Ama bu da onu yine de araştırma gazeteci olarak tanımlamamıza yetmez.

2) Sürü gazeteciliği: Günlük gazetecilik faaliyeti sırasında neredeyse içgüdüsel olarak yaşanan bir gazetecilik türü vardır. Buna benim de katıldığım bir tanım var; "Sürü gazeteciliği." (Basının Gücü / Martin Walker / Milliyet Yayınları/Ocak 1999) Gazetecilik özünde sorgulama işidir; soru sormayla başlar; soruların yanıtını yansıtmakla biter. Fakat günlük faaliyetler sırasında çoğu kez soru sorma unutulur; kalabalıkların hep aynı yere akması, bir sürünün bilinçsizce oradan oraya savrulması gibi benzer tepkileri verir.

Kendisine haber yapılması için verilen bilgileri / belgeleri hiçbir ön elemeye ve kritiğe tabi tutmaksızın, harfi harfine haber yapar. Neden, niçin diye bakmaz. İradesini başkalarının kontrolüne bırakır. Sorgulamayı unutur; farklı açılardan bakma yeteneğini kaybeder; yani habercilik refleksleri zayıflar.

Tıpkı güvenli bir yolda olduğunu sanarak dikkatini kaybetmiş sürücüler gibidir sürü gazetecileri. Dikkatlerini ve sorgulama yeteneklerini kullanmayı bir yana bıraktıkları için sadece bir yansıtıcı durumuna gelirler. Daha açık bir deyişle söylemek gerekirse birilerinin hoparlörü olurlar. Mikrofona söyleneni yansıtırlar, kendilerinden hiçbir şey katamazlar haberlerine. Farklı bir bakış açısı sergileyemezler.

Sürü gazeteciliğinin örneklerini her gün yanımızda yöremizde görüyorsunuz. Basın toplantılarında, siyasi liderlerin gezilerinde görebilirsiniz. Burada gazeteciler, haber objesini sorgulamak, incelemek yerine birbirlerini kollarlar; birisinin kendisinin yazdığından iki satır fazla yazmamasını sağlamaya çalışırlar. Böylece daha iyi gazetecilik yaptıklarına inanırlar. Oysa yaptıkları iş çoğu zaman basmakalıp aktarma metinleri üretmektir.

Dikkat edin, bu tür faaliyet gösteren gazeteciler içerisinde foto muhabirlerinin özel bir yeri vardır. Kimi zaman dikkatimi çekmiştir, bir foto muhabiri objektifini farklı bir yöne doğrultup flaş patlatmaya görsün. Hemen diğerleri de o tarafa dönüp birbiri ardına fotoğraf çeker. Hatta çoğu neyi çektiğini bile bilmiyordur, sadece o çektiğine göre bir şey vardır diye düşündüğü için çeker sadece. İşte bu sürü psikolojisidir.

Savaş muhabirliğinde sürü gazeteciliğinin daha çarpıcı örnekleri yaşanır. Ağır koşullar altında çalışan gazetecilerin sahada çalışırken birbirlerine yakınlık göstermeleri, dayanışmaları kaçınılmazdır. Örneğin savaş koşullarını izlemeye giden muhabirler, Irak örneğinde de görüldüğü gibi aynı otelde kalır, aynı lokantalara gider, aynı bürolardan haber yazar. Kısa sürede bir sosyal grup haline gelirler. (Basının Gücü / Martin Walker) Sonuç olarak da olayları birlikte tartışır, birlikte değerlendirirler.

Bu da uzlaşmayı ve sorulara ortak akılla yanıt vermeyi getirir. 1979’da Güney Kore’nin başkenti Seul’de Başkan Park’ın vurulmasının ardından geçen birkaç saat içinde neredeyse tüm basın ortak sorular etrafında toplanmıştı; "Amerikalılar önceden biliyor muydu? Başkanın ölümü Kore’ye daha fazla liberalleşme getirir mi?" Bütün basın bu sorular etrafında yoğunlaştı. Hadi neyse bu biraz zararsız bir örnek. Ama daha vahim olanları da var...

"Dünya basınının sararmış dosyaları gözden geçirilirken yanlış olduğu ortaya çıkan sayısız uzlaşma örneğine rastlanır. 1914’te tarafsızlar arasında Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’nı kazanmayacağı; 1917’de Bolşevik Ayaklanması’nın bir yıl sürmeyeceği; 1929’da (New York Times’ın onurlu istisnasıyla) Wall Street’te çöküş yaşanmayacağı; 1940’ta (İngiliz basını dışında) Hitler’in kısa sürede İngiltere’yi yeneceği ve 1941’de de (Pravda dışında) yine Hitler’in Sovyetler Birliği’ni yenilgiye uğratacağı yönünde ortak görüşler vardı.

Ciddi gazetelerin hedef alması gereken haber analizi ve değerlendirmeler ile kehanette bulunma arasında çok ince bir çizgi vardır. Basın toplu bilgeliği içinde bile kaçınılmaz olarak sık sık yanılgıya düşecektir."

Böylesine uzlaşma örnekleri için Türkiye basınında, Türkiye medyasında çok daha fazla vaka sıralanabilir. 28 Şubat sürecinde yaşananlardan tutun da, her seçim sonucuna ilişkin tahminlere varana değin pek çok örnek verilebilir.

Ancak gerek uzlaşma biçiminde ortaya çıksın, gerekse az önce anlattığım gibi bir basın toplantısında ya da benzeri bir olayda sorgulamadan aktarma biçiminde çıksın, "Sürü gazeteciliği", gazeteciliğe zarar verir. Aslında akıntıya kürek çekmek biçiminde gerçekleştirilen bu konformist gazetecilik tarzı, gazetecinin kendi birikimine de ihanettir.

Bu noktada söylemek gerekir ki, araştırmacı gazetecilik, sürüden ayrılmaktır. Aklını, iradesini başkasını teslim etmeden, başkasının hoparlörü olmadan, sabırla, inatla gerçeğin peşinden koşmaktır. Kimileri otoyolda rahatça ilerlerken, kimi zaman bir patikadan yürümeyi, hatta kimi zaman da keçi izi bile olmayan rotayı izlemeyi göze almaktır.

3) Araştırma yöntemlerini bilmemek: Bilginin bu denli çeşitlendiği, bollaştığı bir ortamda yaşıyoruz. Artık sorun çoğu kez bilgi azlığı değil, bilgi bolluğu. Ve de bu bolluk, bu sağanak yağış içerisinde gerçekten işimize yarayacak bilgileri ayırt edebilmek. Bu bilgiler içerisinden yapacağımız seçmeyle gerçeğe varabilmek.

Bu da gazeteciler için araştırma yöntemlerini bilmeyi zorunlu hale getiriyor. Fakat burada ciddi bir sorun yaşanıyor; gerçekte gazetecilerin araştırma tekniklerini yeterince bilmemeleri. Hani başlangıçta da söyledik, bazı gazeteciler her gazeteci araştırma yapar, araştırmayı bilir der ama gerçek hiç de öyle değil. Almanya’dan bir örnek vereyim.... (Cumhuriyet Hafta / Güray Öz / 11 Mayıs 2001)

2001 yılı Nisan ayında Almanya’nın önde gelen, neredeyse nesli tükenen araştırmacı gazetecileri kendi aralarında örgütlenmeye karar verdiler. "Netzwerk Recherche" "Bilgi Toplama Ağı" adı altında örgütlenen gazetecilerin başında, Südwestfunk’un şef röportajcısı Thomas Leif ve Almanya’nın ünlü araştırmacı gazetecisi Hans Leyendecker bulunuyordu. Kohl skandalıyla ilgili yazdığı kitapla araştırmacı gazeteciliğin Almanya’da hâlâ yaşama şansı bulunduğunu kanıtlayan Leyendecker, "GAZETECİ, YANAĞINDA POLİTİKACININ ÖPÜCÜK İZİ DEĞİL, YUMRUK İZİ OLAN KİŞİDİR" sözüyle de tanınıyordu.

Leyendecker, sonunda isyan bayrağını çekti; Almanya’daki basını ve gazetecileri ağır bir dille suçladı; bilgi toplamaya üşenen, araştırmayan gazetecinin gazeteci sayılmayacağını söyledi. "Bilgi Toplama Ağı" kurucuları, Almanya’da gazetecilerin bilgi toplama, araştırma konusunda eğitilmediğinden de yakındılar. Gazetecilerin araştırmayla dostluğu konusunda yaptıkları çarpıcı bir araştırmayı açıkladılar: Almanya’da yerel gazetecilerin yüzde 78’i en basit bilgi toplama tekniklerinden habersizdi!

Acaba aynı araştırmayı Türkiye’de yapsak nasıl bir sonuç elde ederiz? Kişisel tahminimi söyleyeyim; Almanya’da yerel gazeteciler için verilen yüzde 78’lik orana ulusal medyada görev yapan gazeteciler arasında da ulaşabiliriz.

Bunu neye dayanarak söylüyorum? Gazetelere, televizyonlara bakalım. Yapılan haberlerin önemli bir bölümü, firmaların, özel ya da resmi kurumların, politikacıların verdikleri bilgilerin ya da açıklamaların aktarılmasından ibaret. Araştırmak yerine basın bürolarının, basın müşavirlerinin ya da menajerlerin açıklamaları gazetecilere yetiyor. Tabii araştırma deyince de internete, "Google"a bakmayı kastetmiyorum. Gerçi Türkiye’de azımsanamayacak sayıda gazeteci, "Google"a bakmayı bile bilmiyor ya, neyse...

Ayrıca araştırma derken, meçhul yerlerden gelen dosyaları, ayrıca bir enerji sarf etmeden kaleme almayı da kastetmiyorum. Gerek siyasi organizasyonlardan, gerek okuyuculardan ya da karanlık bazı mahfillerden gönderilen servise sunmaya hazır durumdaki dosyaları yazmanın "araştırmacı gazetecilik" ile karıştırılmaması gerekir. Evet, o da bir tür gazeteciliktir ama araştırmacı gazetecilik değildir. Onlar farklı bir işlev görür...

4) İşlev / söylem farklılığı: Araştırmacı gazeteci, araştıran, soruşturan kişiliğiyle kaçınılmaz olarak muhalif bir duruşu vardır. O nedenle de araştırmacı gazeteci dendi mi, dünyada genel olarak kimi güç odaklarına karşı duran, muhalefet eden gazeteci anlaşılır.

Gazeteci John Keane’in araştırmacı gazetecilik ile ilgili tanımı da bu noktadan hareket ediyor. Keane, "Araştırmacı gazetecilik, demokratik leviathan’ın gizli ve şamatacı saldırganlığına karşı çıkmaya çalışır. Siyasal rüşvet, suç ve yolsuzlukları sabırla inceleyerek ortaya döker... şu ilkeyi geçerli sayar: ‘haber bir yerlerde birilerinin basılı olarak görmek istemediğidir" diyor. Ne kadar ilginç değil mi? "Haber bir yerlerde birilerinin basılı olarak görmek istemediğidir." Birilerini memnun etmek değil, tam tersine rahatsız etmek söz konusu.

Gerçekten de verilen metinleri aktarmak yerine araştırmaya başlayınca birilerini rahatsız etmemek imkânsız. Bunun için siyasi bir hedefiniz olması da gerekmez. Sadece gazetecilik güdüleriyle hareket etmeniz, meraklı olmanız, sorulara yanıt aramanız, Esra D.Arsan’ın dediği gibi "mayınlara basmanızı" kaçınılmaz kılar.

Üstelik dünyanın neresinde olursanız olun mayınlara basmadan araştırmacı gazetecilik yapamazsınız. Mayınlar ülkeden ülkeye değişir, her ülkede farklı tip ve nitelikte mayınlar döşenmiştir araştırmacı gazetecilerin yoluna.

(Esra D. Arsan /06.05.2002 / BİANET) "Türkiye’de bu mayınlar ordu, laiklik veya Atatürk gibi kavramları korumak amacıyla döşeniryorsa, Zimbabwe’de Mugabe rejimini, İran’da Mollaları, Çin’de devletin yüce varlığını, Kolombiya’da uyuşturucu mafyasını korumak, ABD’de ise, tüm dünyayı yöneten büyük şirketler ve Pentagon’un kirli işlerini örtbas etmek için döşenebiliyor gazetecilerin dans ettiği pistlere."

Mayınlara basmanın gazeteci açısından yaratacağı sonuç konusunda yine en popüler ülke Amerika’dan örnek verelim. "Amerikalı araştırmacı gazeteciler April Oliver ve Jack Smith, CNN’in deneyimli muhabirleri olarak Haziran 1998’de "Valley of Death/Ölüm Vadisi" adlı bir araştırma haberi hazırladılar. Haber, Vietnam savaşı sırasında ABD ordusunun "Sinir gazı" kullandığını ortaya çıkarıyordu; üstelik bu kimyasal silah, sadece Vietnamlılara karşı değil, "Operation Tailwind/Tailwind Operasyonu" adlı özel bir misyonla, ordudan kaçan bazı Amerikan askerlerine karşı da kullanılmıştı. Oliver ve Smith, haberi hazırlarken Vietnam savaşına katılmış bir çok asker ile, ama özellikle de bir emekli komutanla konuşmuşlardı. Vietnam savaşı sırasında birliklere komuta etmiş bu rütbeli asker, Robert Van Buskirk, CNN muhabirlerine ABD ordusunun Vietnam’da çeşitli zamanlarda sinir gazı kullandığına tanık olduğunu söylemiş, böylece haberin omurgasını oluşturan açıklamayı yapmıştı.

ABD’de "Tailwind Story/Tailwind haberi" olarak basın tarihine geçen bu araştırmacı gazetecilik" örneği; hem April Oliver’in hem de ortağı Jack Smith’in sonu oldu. Haberin daha ilk bölümü CNN’de yayınlanır yayınlanmaz Pentagon’dan yalanlanma geldi ve "fabrikasyon haber" yaptıkları gerekçesiyle soruşturma açıldı.

Sonuçta CNN bu iki gazeteciyi işten atmakla kalmadı; Pentagon’dan da özür diledi. Oliver ve Smith, her ne kadar haberlerinin arkasında durup doğruluğunu savunsalar da, haber kaynaklarının ses kayıtlarını vs. gösterseler de işlerinden olmaktan kurtulamadılar. "

Bu iki gazeteci, bir daha ABD’de hiç bir yayın kuruluşunda işe alınmadılar. Bir kere mayına basmışlardı ve ikinci kez mayınla dans etme gibi bir şansları olmadı.

Evet, böylesine riskli bir iş araştırmacı gazetecilik. Tabi verdiğim örnek mutsuz sonla biten bir örnek. Ama unutmayın, mayınlara basıp da yollarına devam edenler de var kuşkusuz. Bu konudaki en ünlü örnek de Watergate Skandalı. 1972’de bu skandalı ortaya çıkaran gazeteciler Bob Woodward ve Carl Bernstein, bu skandalı ortaya çıkardıktan sonra gazeteciliğe devam ettiler. Hatta tam tersine Nixon başkanlıktan istifa etmek zorunda kaldı.

5) Uzmanlık gereği: Araştırmacı Gazetecilik, uzmanlık gerektirir. Gazeteciliğe yeni başlamış birini herhangi bir alanda görevlendirerek orada yetişmesini sağlayabilirsiniz. Ama araştırmacı gazetecilik için bunu yapamazsınız. Tam tersine başka alanlarda yetişmiş, gazetecilik pratiğini kazanmış olan insanlar bu uzmanlık alanına kaydırılabilir. Yani başka bir deyişle, araştırmacı gazetecilik mesleki deneyim sahibi olduktan sonra başarıyla yürütülebilecek bir uzmanlık alanıdır.

Hem yeterli mesleki donanıma sahip olmalıdır; hem de başkaca ilave yetenekleri taşımalıdır. Nedir bunlar? Sabırlı ve titiz olmalı; araştırmaktan soruşturmaktan zevk almalı. Hatta bilgiye tapmalı, bilgiyi insanlara ulaştırmayı kutsal bir iş olarak görmeli.

Her şeyi bilen ya da bilmeye çalışan biri değil, bilgiye ulaşmanın yollarını iyi bilen bir araştırmacı olmalı. Tabii bunların dışında da bakış açısına göre birçok özellikten söz edilebilir.

Faruk BİLDİRİCİ / 26 Eylül 2003