ALİYE KAVAF

...
Fotoğraf: Fahir ARIKAN

Kabinenin önlere fırlamaya çalışmayan, sessizce ilerleyen bir üyesi Kadın ve Aileden sorumlu Devlet Bakanı S.Aliye Kavaf. Siyasetçiden çok siyasete tesadüfen girmiş izlenimi veriyor insana. Son günlerde “dizilerdeki cinsellikten irite olduğu” demeçleriyle gündeme gelince 8 Mart Dünya Kadınlar günü öncesinde portresini çizmek farz oldu.

MANASTIR GÖÇMENİYİZ: BÜYÜDÜĞÜM EV YIKILDI

Ailem, 1926’da mübadeleyle Manastır’dan göç etmiş. Amcalarım, babaannem, dedem, Manastır’dan özlemle bahsederdi. Orada nüfuzu olan, toprak sahibi insanlarmış. Oraları anlatır, güzel tekerlemeler söylerlerdi. “Çinto mori çinto fistanisi kunto” derlerdi. Türkçe, Rumca, Boşnakça hepsi karışık. Mori bir hitap, fistan bildiğiniz fistan, kunto kısa demek. Çinto, rulo şeklinde bir tatlıydı. Denizli’de, Balkanlar’dan göçenlerin yerleştirildiği İstiklal Mahallesinde oturuyorduk. Eskiden Rumların yaşadığı cumbalı, ahşap, güzel evlerdi. Keşke o evler yaşatılabilseydi. Şimdi tek tük kaldı. Çocukluğumun geçtiği ev de yıkıldı.

DP GELENEĞİNDENİZ: OKULDA SİYASETE İLGİLENMEDİM

Ailemiz Demokrat Parti geleneğinden geliyordu. Babam, DP il teşkilatında çalışmış. 27 Mayıs, sert yaşanmış bir ihtilal dönemi. DP’ye teğet geçen insanlar bile süreçten zarar görmüş. Siyaset yoğun olarak konuşulurdu evimizde. Babam, öğrenciyken siyasetten uzak durmamızı isterdi. Eğitim hayatımızın akamete uğramasından endişelenirdi. “Kendisini kurtaramayanın memleket kurtarması doğru olmaz” derdi. Babamdan etkilendim. Üniversitede siyasi hareketlerin içerisinde olmadım. Babam, muhtelif işler yapmış. Belediyede çalışmış, çiftçilik yapmış, inşaat işiyle uğraşmış, kamyonu varmış şoförlük yapmış.

HEDEFİM AKADEMİSYEN OLMAKTI: DERSANE ÖĞRETMENİYDİM

Lise yıllarında hedefim akademisyenlikti. İki ablam doktor, erkek kardeşim ekonomist. Tarihe meraklı olduğum için Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Türkoloji bölümünü tercih etmiştim. Ama mezun olduktan sonra asistanlık sınavını bekleyemedim. Öğretmenlik formasyon belgesi aldım. Denizli’de bir özel dershanede öğretmen olarak çalışmaya başladım. Öğretmenliği de sevdim, genç insanlarla beraber çok güzel, zevkliydi. Öğretmenliğe dershanede başlayan bir ekoldük. Dershanede beş yıl çalıştım.

SPORCU GEÇMİŞİM VAR: HAFTADA EN AZ ÜÇ KEZ TENİS OYNARIM

Ortaokuldan itibaren sporla uğraştım. Masa tenisinde bronz madalyam var. 19 Mayıs Gençlik Turnuvasındaydı. Okulun basketbol takımında da oynadım. Oğlum Bilge Uğur da baktım yüzme, golf derken daldan dala konuyor, basketbol kursuna yazdırdım. Ama üniversite sınavına rahat hazırlanayım diye ara verdi, tekrar dönmedi. Üzülüyorum, iyi bir basketbolcuydu. Ben arkadaşlarımla tenis oynuyorum. Uygun olursa sabah 7’de veya gece 10-11’de oynuyorum. Seyahat yoksa haftada üç defadan aşağıya düşmemeye çalışıyorum. Spor geçmişiniz varsa yapmadığınız vakit kendinizi kötü hissediyorsunuz. Bir saat az uyuyup tenis oynamayı tercih ediyorum.

OSMANLICA ÖĞRENDİM: BAKİ VE FUZULİ’DEN ETKİLENDİM

Fakültede yazar, tarihçi ve şairlerin katıldığı paneller, konferanslar olurdu, onlara giderdik. Akademisyen olmayı düşündüğüm için okul kütüphanesinde, Milli Kütüphanede el yazmalarıyla ilgilenirdim. Eski Türk edebiyatı bölümünü seçmiştim. Osmanlıca okuyup yazmayı öğrendim. Mezuniyet tezim “Tahir-ül Mevlevi’nin Divançesinin transkripsiyon çevirisiydi. Divan edebiyatı güzeldir. Baki ve Fuzuli çok farklı insanlar ama alanlarındaki derinlikleri beni çok etkilemiştir. Klasiklerden Doktor Jivago beni çok etkilemişti. Daha sonrasında da tarih ve siyasi içerikli araştırmalara yöneldim. Halil İnalcık, Kemal Karpat, İlber Ortaylı Hocanın kitaplarını hâlâ okurum. Tarihi döne döne okumak gerek. Amin Maaluf’u çok beğeniyorum, şimdi onu okuyorum.

EVLENİNCE DENİZLİ’DEN AYRILDIM: SEKİZ YILLIK SİYASETÇİYİM

Hakikaten bu söze inanıyorum, “Nasipse gelir Hint’ten, Yemen’den, nasip değilse ne gelir elden?”Eşimle, Ankara’da bir başsağlığı ziyaretinde tanıştık. 1990’da evlendik. Eşim maden mühendisi. Elbistan’da kömür İşletmesinde görevliydi. Oraya yerleştik. Mükremin Halil Lisesinde öğretmenlik yaptım. 1995’te eşimin işi nedeniyle Ankara’ya geldik. 5-6 ay Etimesgut Kız Meslek Lisesinde çalıştım. Sonra özel fen lisesinde çalıştım. Oğlum okula başlayınca onunla ilgilenebilmek adına tekrar Milli Eğitim Bakanlığı’na döndüm. 3-4 yıl da öyle çalıştım. Sonra da AK Partiyle beraber 2002’de siyasete girdim.

BAŞBAKAN ÜÇ DİYOR AMA: KOŞULLARIMIZ TEK ÇOCUĞU GETİRDİ

Aslında çok kardeş olmak güzel. Biz dört kardeşiz. Şimdi hem çalışmak, hem de çocuk büyütmek çok daha zor. Ben çalışmayı da çocukları da çok seviyorum. Ancak koşullar tek çocuğu getirdi. Bakıcı ile çocuk büyütmek çok zor. Ailesi yakınında olanlar daha şanslı. Bizim öyle bir imkânımız yoktu.

ATANIRKEN ÖĞRETMENDİM: GENEL MÜDÜRLÜK EŞİMİN HAKKIYDI

Eşim İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu, mastır yapmış. Almanya’da açık işletme eğitimi almış, Afşin Elbistan Linyitlerinin kurucu mühendisliğinden müessese müdürlüğüne kadar başarıyla gelmiş birisi. Önce Enerji Bakanlığı’na başuzman, sonra da Eti Zeolit’e Genel Müdür oldu. Eşim atandığı sırada ben 2002 seçiminde aday olmuş kazanamamış, öğretmenliğe dönmüştüm.

ADAYLIĞINA TÜRBAN MI ENGELDİ?: PARTİYLE ABLAM TANIŞTIRDI

Partinin kurucusu ve MKYK eski üyesi Dr. Sema Ramazanoğlu ablam. Ak Parti’nin Ankara’daki kuruluş hazırlığı sırasında ucundan kenarından ben de çalışmaların içine girdim. Ablam gelip gittikçe bizde kalıyordu. Ben getirip götürüyordum. Siyasete ilgi duyan bir insandım, o güne kadar uygun bir zemin bulamamıştım. Genel Başkanımızla Bilkent’te partinin kuruluş bildirisinin açıklandığı toplantıda tanıştım. Sonrasında 2002 seçiminde aday adayı olmaya karar verdim. Denizli’den yedi milletvekili çıkacaktı, altıncı sıradaydım. Üç aylık adaylık dönemindeki çalışmamın sonra çok faydasını gördüm. Milletvekilliği ayrı bir kulvar. Aynı aileden insanlar, farklı kulvarlarda siyasetin içerisinde olabilir diye düşündük. Ablamın milletvekilliği talebi olmadı. Aday olmamasının başörtüsüyle ilgisi yok. Biz Kadın kollarında birlikte çalıştık.

DENİZLİ’DE İLK KADINIM: EŞİME NEDEN ADAY DEĞİLSİN DEDİLER

Adaylar belirlenirken temayül yoklaması yapılıyordu. Yoklama öncesinde tanıtım toplantıları düzenleniyordu. Bir kahvehanedeki toplantıda eşim de kapının dibinde bir yerde oturuyordu. Ona döndüler, peki siz kimsiniz? “Ben Alaaddin Kavaf. İşte Selma Kavaf’ın eşiyim” dedi. Bu defa “Peki siz niye aday olmuyorsunuz?” Çünkü aileden bir kişi siyaset yapacaksa bu erkektir! İki defa böyle olunca eşim, “Ben gelmiyorum artık” dedi. Denizli’nin ilk kadın milletvekili ve bakanıyım. İlk olmanın zorlukları da var, güzellikleri de.

KADIN KOLLARINA BAŞKAN: EMİNE ERDOĞAN DA DESTEK VERDİ

2002 seçimlerinden sonra öğretmenliğe döndüm. Sayın Genel Başkanımız arayıp beni Kadın Kollarının Kurucu Genel Başkanı olmaya davet etti. Adaylık dönemim hariç aktif siyasetin içerisinde bulunmamıştım. Eğer siyasete devam edeceksem içinde olmam gerekir diye düşündüm. Türkiye’yi 4.5 tur dolaştım o zaman. Emine Hanım da çalışmalarımızın bir kısmına destek verdi. 2007 seçimlerinde listede ikinci sıradaydım. Siyasette tek noktaya ve göreve fikslenmemek gerektiğini öğrendim. Siyaset uzun bir yolculuk. Bir maraton.

EYMİR’DE YÜRÜRÜM: BAKAN OLDUĞUMU RADYODAN ÖĞRENDİM

Doğa yürüyüşlerini seven bir insanım. Eymir de sakin, güzel bir yer. Benim sığınağım. Gider yürürüm orada. Bakanlar Kurulu’nun açıklandığı gün kardeşlerimle Eymir’e gitmiştik. Orada balık ekmek yedik, göl kenarında yer minderlerine oturduk. Biraz hava karardı yağmur yağacak gibiydi, kalktık. Sonra gelirken, bakan olduğumu arabanın radyosundan duyduk, eve geldik.

SİYASET GİYİMİMİ DEĞİŞTİRDİ: ETEK BOYUM DEĞİŞMEDİ

Etek boyum eskiden de böyle uzundu. Ceketi siyasete başladıktan sonra giydim, öğretmenlik yaparken de etek giyiyorduk. Ama böyle yün hırka, spor kıyafet, kot etek, cat bot. Şimdi bulunduğum nokta gereği resmi tarzda giyiyorum. Özelimde spor giymeye devam ediyorum. Çok rahat oluyor vazgeçemem.

EŞCİNSEL EVLİLİĞİ YANLIŞ: EŞCİNSELLİK BİYOLOJİK BOZUKLUK

Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence. Dolayısıyla eşcinsel evliliklere de olumlu bakmıyorum. Bakanlığımızda onlarla ilgili bir çalışma yok. Zaten bize iletilmiş bir talep de yok. Türkiye’de eşcinseller yok demiyoruz, bu vaka var.

POZİTİF BİR İNSANIM: MARGARET THATCHER’İ BEĞENİRDİM

Ben pozitif bir insanım, çevreme de pozitif enerji verdiğime inanıyorum. Kendimi başka bir kalıba ve tarza sokma gayretim yok. Siyasete ilgi duymaya başladıktan sonra o yıllarda üniversitedeydim galiba Margaret Thatcher İngiltere’de Başbakandı, mesela Thatcher’i beğenirdim. Demir Leydi.

KURTLAR VADİSİNİ İZLERİM: ÇOCUK ŞARKICILAR İSTİSMAR

“Bir Şarkısın Sen” diye bir program varmış. Çocuklara taş attırmak, dilencilik yaptırmak, sokakta çalıştırmak nasıl bir çocuk istismarıysa çocuklara o programda şarkı söyletmek de çocuk istismarı. Bence hiç farkı yok. Onun üzerinden reyting elde ediyorlar, veliler de para kazanıyorlar. Evlilik programları da insanlık onurunu ayaklar altına alan, rencide eden çok çirkin programlar. Çizgi filmlerin dili de çocukları şiddete yönlendiriyor. Ben Kurtlar Vadisi’ni seyrediyorum sadece. Doğru yanlış bilemem ama verilen mesajlar ilgimi çekiyor. Televizyonu seyretmem gereken program varsa açarım.

HİÇ ŞİDDET GÖRMEDİM: YEMEK VAR MI DEMEK ŞİDDET Mİ?

Hiç fiziksel şiddet görmedim. Ama mesela bunu o kadar ileriye götüren STK’lar ya da anlayışlar var ki mesela işte eşin erkeğin karısına “evde yemek var mı?” diye sormasını bile bir psikolojik baskı unsuru, şiddet olarak algılıyorlar.

DİZİLERDE CİNSELLİĞİN SINIRI: EBEVEYN KURULU OLMALI

Aşkı Memnu dizisindeki öpüşme sahnelerini gazeteciler sorduğunda “Avrupa’da, Amerika’da o tip programlar kontrollü yayınlanır. Şifresi vardır, isteyen satın alır” demiştim. “Sansürcü bakan şifre istedi” diye çarmıha gerdiler. Reyting kaygısıyla böyle kontrolsüz bir yayıncılık anlayışını doğru bulmuyorum. Amerika’daki “Ebeveyn Kurulu” gibi RTÜK’te sosyolog ve psikologlardan bir kurul oluşsun. Önce onlar izleyip nasıl bir etki bırakacağını tahlil etsin, ona göre yayınlansın. Müstehcenliği de uzmanlarla tartışmak lazım. O sahne 45-50 yaşındakiler için önemli olmayabilir dejenerasyon anlamında. Ama 4-10 yaşındakilerde farklı etki yaratabilir. Yaşa göre sınırlamalar olmalı.

RADYO DİNLENİRDİ: ÇOCUKLUĞUMUZDA OBEZİTE YOKTU

Bizim çocukluğumuzda evlerde radyo dinlenirdi. Başbakanların, liderlerin konuşmaları dinlenirken evde çıt çıkmazdı. Televizyon, ben ilkokul üçüncü sınıftayken Denizli’ye geldi. Tatillerini kitap okuyarak geçiren çocuklardık. Öğretmenlerimiz yönlendiriyordu, klasikleri okuyorduk. Bizim zamanımızda obezite diye bir şey yoktu? Çünkü, sokaklarda deliler gibi koştururduk.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 7 MART 2010