ALİ EROL

...

Ali Erol, eşcinsel hakları için mücadele eden bir aktivist. 1994’te, Türkiye’deki eşcinsellerin ilk yayın organı olan Kaos GL dergisini kurdu. Şimdi de dernek halini alan bu hareketin önde gelenlerinden. Her yıl düzenlenen Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma’nın da koordinatörü. Ali Erol, 18 yıldır kendisi gibi eşcinsel olan Ali Özbaş ile birlikte yaşıyor. Adı resmen evlilik olmasa da bunca zamandır aynı çatı altındalar. Eşcinseller arasında “Ali’ler” olarak tanınıyorlar.

AİLEMİ UYARDIM: SON ÇOCUKTAN BEKLENTİ FAZLA OLUYOR

Mersin’in merkeze bağlı Esenli köyündenim. Toroslar’a yakın, fakat deniz ile yayla arasında kalmış bir köy. 80 öncesi Türkiye’deki çatışma atmosferi birebir bizim köyde yaşanmadı, ilginç bir şekilde rahattı. Çocukluğumda biraz tez canlıydım ve okuma-yazmayı ilkokula gitmeden önce öğrendim. Babam okuma-yazma bilmiyordu. Ama Mersin’e gittiğinde benim için Cumhuriyet gazetesi getirirdi. Dokuz kardeşiz, ben dokuzuncuyum. Okutulan tek çocuğum. İlkokulu köyde, ortaokul ve liseyi Mersin’de okudum. Mersin’de dükkanı olan bir ağabeyim vardı. Bizim köyden bir arkadaşla üçümüz birlikte kaldık. Son çocuktan beklenti de fazla oluyor. Öncekiler ister okumuş, ister okumamış olsun, bir şekilde herkes kendi dünyasına çekilmiş, kendi evini kurmuş. Dolayısıyla, ebeveynin beklentileri sana yükleniyor ve düş kırıklıkları vesaire olabiliyor. Üniversite için Ankara’ya gelirken “Kendinizi fazla kaptırmayın, Mezun olursun, meslek sahibi olursun, evlenirsin gibi klasik beklentileriniz varsa beklemeyin” dedim.

FARKETTİRDİLER: ARKAMDAN ZEKİ DİYE SESLENİRLERDİ

İlkokulda ya da ortaokulun ilk yıllarında farklı duygulanımlarımı hatırlıyorum. İlk ergenlik döneminde bir baktım bütün oğlanların bir kızı var. Bazıları gerçek, bazıları hayali. Ama benim kızım yok. Bakıyorum kızlara. Tamam, biriyle iyi anlaşıyorum, öbürüyle ders alışverişi yapıyorum. Fakat arzu anlamında, hissiyat anlamında kendi cinsime dönüklüğüm vardı. Ama bir cinsel pratiğim yoktu. Çocuklar beni dışlayamıyorlardı, bahçe muhabbetlerinde ortalamaya dahil oluyordum, kenarda kalmıyordum. Ortaokul üçteyken teneffüste işin rengi değişti. Normale uymadığım o zaman fark ettirildi. Zeki diye arkamdan seslenirlerdi, Zeki Müren’e gönderme yaparaktan. Lisede tamamen anlaşıldı bu iş. Aman Tanrım şimdi ne yapacağım diyecek bir durum olduğunu düşünmedim. 70 doğumlu olsam da, dışarıya açıldığım dönem 80’lerdi. Edebiyat dergisinden muhalif dergilere kadar içinde eşcinsellikle ilgili bir şey geçenleri bir radar gibi topluyordum. Lise sonda üniversiteye hazırlık için dershaneye gitmeye başladık. Dershanedeki fizik öğretmenimden hoşlanıyordum. Öğretmene belli de ediyordum, ama görmezden geliyordu. Hetero arkadaşlarım sınıf öğretmenime söylemiş. O öğretmen, bir gün sınıfa geldi; “Çocuklar, bu arkadaşınızın dershanede sevdiği bir öğretmen varmış” dedi. Arkadaşlarım farklı olduğumu zaten biliyordu. Eee ne olmuş diye baktılar. Öğretmenin yaptığı çok hoyratçaydı. Sınıfta ifşa muhabbeti bende bir travmaya yol açmadı. O zamanlar lisede, dershanede eşcinselim diyen birine rastlamadım. Zaten ortaokulda yana yakıla aramıyordum. Ama lisede cinselliği o dershanedeki öğretmenimle, beğendiğim bir-iki arkadaşla yaşasam çok mutluluk verici bir şey olurdu herhalde. Ama olmadı. Ankara’ya kadar cinsel ilişkim olmadı.

İLK ÇATIŞMA DİNDİ: CAMİDE EZAN OKUDUM

Köyde yazın camiye gidiyorduk. Cami sosyalleşme ortamı gibiydi. Sureleri ezberliyorduk, hoca bazen bizi ödüllendiriyor, akşam ezanı okutuyordu. Ben de okudum bir kere. Ama namaz kılmıyordum. İlk çatışmam, eşcinselliğimin öncesinde dinle oldu. Ortaokuldayken, “Habil’in oğlu da Allah’a inanmıyormuş” diye bir söylenti çıkarıyor köyden bir adam. Orada babamla ilk çatışma başladı, çünkü kahvehanedeki falan düzeni bozuluyor. Lise hızlı geçti, cinsellik konusunda ailemle sorun yaşamadım. Eşcinsel vizyonum çocukken oluşmuş gibi geliyor bana. Düşünsene küçük bir köydesin, okuyan tek çocuksun, seçme şansın çok yok. Doktor, mühendis olmuyorsan öğretmen olacaksın. Ben kalkıp sosyolojiyi yazıyorum. Ne olacaksın? İşte anlatıyorsun sosyoloji ne? Ailen anlamıyor, arkadaşların anlamıyor vesaire. Tercih yaparken diğer şehirleri hemen geçip niye İzmir ve İstanbul’u eleyip Ankara’dan dört okul yazdım? Aslında varoluşumu ortaya koyabileceğim alanları seziyordum. Ağabeylerim, ablalarım gibi olmayacağımın farkındaydım. Ankara’yı seçmem bunun getirdiği bir şeydi. Sosyolog olarak yaşamak tahayyülüm yoktu. Sosyolojiyi seçmem eşcinsel olmamla ilgiliydi.

BABAMLA KONUŞAMADIK: AİLEME MEKTUPLA ANLATTIM

Liseden sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sosyoloji bölümünü kazandım. 1986’da kayıt için babam benimle geldi ve çok mutluydu. İlk yıl saçımı uzattım, yazın da köye uzun saçla gittim, bu bir çatışma konusu oldu. İkinci yıl artık paylaşayım dedim. Çok açık bir mektup yazdım. Ağabeyime gönderdim, o da aileye okur diye düşündüm ama okumamış. Kalktı buraya geldi, senin ne derdin var, bir ihtiyacın mı var? Adını koymak istemiyor, tahayyül de edemiyorlardı. İbne yerine koyacak olsalar, ibne değil, peki ne? Annem beni hiç dışlamadı. Diğerlerine karşı savunan da o oldu. Babam biraz küskün gitti. Babamla konuşamadık, kaldıramadı. Yol-yordam bilmeme hali devreye girdi. İyi de baksa, kötü de baksa, iyi de bunu nasıl adlandıracağız, karşılıklı nasıl konumlanacağız? Adamı eleştirmem, koşulları oydu. Demek savunacak argümanı yoktu. Köyde insanlar çok zalim olabiliyorlar.

ALİLER DİYE BİLİNİRİZ: 18 YILDIR HAYATIMIZI BİRLEŞTİRDİK

Ankara’ya 86’da geldim. Biraz da körpe olarak geldim. Üniversitede de açıktım. Benim açık olmam, bir reaksiyon getirmedi. “Vay efendim” diyerekten tersleyen bir hoca olmadı. Sadece bazı hocalar, mesafeli duruyordu. Ama o koca fakültede iki yıl boyunca kendim gibi bir eşcinsele rastlamadım. İkinci yılda psikoloji dersinde birini fark ettim, ilk sosyal arkadaşım o oldu. Sonra öğrendim ki, insanlar şu kahvehaneye, şu birahaneye, şu parka takılıyor, orada bir sosyalleşme oluyormuş. Güvenpark’a benim gibi insanların gittiğini, birbirlerini bulduğunu, cinsel partner olarak olmasa bile orada muhabbet ettiklerini çok sonra keşfettim. Sevgilimle de Güvenpark’ta tanıştım. Camiada, ikimiz Aliler diye biliniriz. Sevgilimin adı da Ali (Özbaş). Biz 92’de hayatımızı birleştirdik. Aç da kalsak, tok da olsak bundan sonra birlikte yürüyeceğiz dedik. 18 yıldır birlikteyiz. Maddi-manevi her anlamda hayatımızı ortaklaştırdık. O da bir sendikada çalışıyordu. Bir şekilde birbirimizi dengeledik. Son altı yıldır da dernekte profesyonel olarak çalışıyorum. Üniversitedeyken ailem katkıda bulunuyordu. Bir ara kafe ve lokantalarda çalışmıştım. Üniversiteden sonra da mesleğimi yapmadım. Camiamızda ilk çiftlerden olduk. İnsanlar bizim eve geliyorlardı, dertleşiyorduk, partner bulamayan ağlıyor, partner bulan da; “Tamam cinselliği yaşadık, o kalktı gitti ne olacak böyle? Oturup çay içemeyecek miyiz, birbirimize selam veremeyecek miyiz?” diye ağlıyordu. “Bu iş sadece cinsellikten ibarettir; iki kişi bir araya gelir, sonra herkes kendi yoluna gider” diye bakılırdı. Biz dedik ki, hayatımıza sahip çıkıp, aklımız erdiğince bu sorunlara müdahale edebiliriz. Bundan sonra Kaos GL süreci başladı.

KAOS GL DERGİSİ: YENİ BİR EŞCİNSEL KUŞAK OLUŞTU

90’larda sadece alternatif diyebileceğimiz bir-iki dergi çıkıyordu; Sokak, Yeşil Barış ve Yeni Gündem vardı. Ankara’da bir şeyler yapıyorduk ama insanların kafasında bu iş olsa olsa İstanbul’da olur düşüncesi vardı. Eşcinsellik İstanbul’dur, Beyoğlu’dur, Taksim’dir, İstiklal’dir, bunun dışında var olamaz deniyordu. Derginin taslağı bir yıl önceden hazırdı ama İstanbul’u bekledik. Oradan bir hareket gelmeyince heteroseksüel bir kadın öğretmen arkadaşımızdan para alıp dergiyi çıkardık. İlk sayısı, 20 Eylül 1994’te çıktı. Dergiyi bir kere bile aksatmadık. İlk sayıları iş yerlerinde arkadaşlarımız kaçak olarak dizdiler. Kaos, fizikte evrenin ilk hali, sürekli bir akış, sürekli bir oluş halidir. Aynı zamanda bizim ütopyamız. Onun için Kaos GL dedik. O dönemde küçük bir feminist grup dışında herkes bizi dışlıyordu. 93-94 gibi Lambdaistanbul ve Ankara’da Kaos GL kurulduğunda önceki kuşaktan bir kopuş oldu. Eşcinselim, gey’im, lezbiyenim diyen insanlar ortaya çıktı ve birbirini buldu. Ankara ve İstanbul’da her pazar düzenli toplantılar yapıldı. Artık LGBT hareketi diyoruz, yani lezbiyen, gey, biseksüel, trans hareket. Bu Kaos’un şekillendirdiği bir mücadele hattı. Camianın cinselliğin dışına çıkması, entelektüel, politik bir kimlik olarak kurulması Kaos GL’nin gayretiyle oldu. Sokak aktivizmiyle bilginin bileşkesini aldık. Fiilen dernek gibi çalışıyorduk. Tüzüğümüzü hazırlayıp, 15 Temmuz 2005’te dernekleştik. Valilik kapatılmasını istedi. Savcılık, bu isteği reddetti. Web sayfamızı son iki yıldır hak haberciliği esprisiyle düzenliyoruz. Yerel muhabir ağı eğitimleri yapıyoruz.

ASKERLİK SORUNU: TSK BU İŞİ ERKEKLİK SAVAŞINA DÖNDÜRDÜ

Daha önce “Ben eşcinselim” diye ortaya çıkanlar, 1-2 kişiyi geçmiyordu. Bizim hareketimizle birlikte insanlar “Ben eşcinselim” demeye başladı. Bir ara süreç sessiz ilerledi. 3 kişi mi rapor almış, 33 kişi mi, ordu mesele etmiyordu. Ama şu an TSK bu işi, bir erkeklik savaşına döndürdü. “Eşcinselsen eşcinselsin bana ne! Pekala askerliğini yapabilirsin” aşamasına geldi. Rapor vermek için de ya psikiyatr kabul edecek ya da cinsel ilişki anında fotoğraf getireceksin! Milli Savunma Bakanlığı Der Spiegel’de bu yönde çıkan haberleri yalanlasa da bu gerçek. Ama her yerde geçerli değil. Anlattığın hikâyeye bağlı olarak askeri psikiyatr, fotoğraf istemeyebilir. Benim askerlikte bir sorunum olmadı. Zaten açık bir eşcinseldim. Sevgilimle birlikte gitmiştim. Psikiyatrla 10 dakika konuştum, sonra da sevgilimle 5 dakika görüştü. Bu işin çözümü vicdani ret hakkının tanınması. O şemsiye altında gey askerlerin durumu çözülebilir.

EŞCİNSEL EVLİLİK: YASAL GELİŞME OLURSA EVLENEBİLİRİZ

Biz özgürlük istiyoruz. Özellikle AKP ile birlikte metropollerde sosyal alana tezahür eden pratikleri itibariyle muhafazakar kesimlerle bir çatışma yaşanıyor. En son işte Devlet Bakanı Aliye Kavaf’ın, “Eşcinsellik hastalıktır” açıklamasını muhafazakar örgütler destekledi. Yine de umutluyum, demokratikleşme şemsiyesi altında AKP, cinsel yönelimde de adım atabilir. Bizim kuşakla birlikte, insanlar artık farklı hayat tarzları kurdular. Çift olarak yaşayanlar var. Sadece aşk ve arzu üzerinden değil, aynı zamanda maddi ve manevi ve mülk üzerinden hayatlarını birleştiriyorlar. Batıda bunun çok formülü var; eşit olarak evlilik tanıma, kayıtlı birliktelik formülü gibi. Türkiye’de de bu kaçınılmaz. Pekala insanlar, hayatlarını kayıtlı hale getirmek isteyebilirler. Benim açımdan da böyle yasal bir gelişme olduğunda olabilir elbette. Şu an birincil talebimiz bu değil. İş Kanununun değişmesi ve cinsel yönelimin kayıtlara geçmesi, eşcinsel ve trans öldürenlere cezai indirimin kaldırılması çok daha acil.

FUTBOLU SEVMEM: EŞCİNSELLER DE FUTBOL OYNAYABİLİR

Ben futbolu sevmiyorum. Diyoruz ki, iyi de eşcinseller, heteroseksüellerin yaptığı her işi yapıyor ve zaten eşcinseller heteroseksüelin bulunduğu her konum ve ortamda bulunuyorlar. Sadece görünür değiller. Dolayısıyla, eşcinseller işte onu yapamaz, bunu yapamaz, futbol oynayamaz diye bir durum yok. Bu maçoluk ezeli, ebedi değil diye düşünüyorum ben. O hetero futbolcular erkekliklerine halel getirmeden eşcinsellerle birlikte pekala top koşturabilirler.

ASKERİ CUNTA: 12 EYLÜL İÇİMİZDE DE ÇATIŞMA DÖNEMİYDİ

İstanbul’da, 12 Eylül’le birlikte istese de kendisini gizleyemeyen eşcinseller ve travestiler, askeri cuntanın açık hedefi haline geldi. Bülent Ersoy açısından da öyle. Bu dönem aynı zamanda bizim kendi içimizde de bir çatışma dönemiydi. Önümüzde iki örnek vardı. Ben Zeki Müren’e benziyor muyum? Benzemiyorum. Peki ben Bülent Ersoy olmak istiyor muyum? İstemiyorum. Farklı bir şeyim, ama peki bu ne? Gey-Lezbiyen diye başlamamız ve travesti yerine eşcinselin altını çizmemiz var oluşumuzu ilgilendiren bir şeydi. Eşcinsel olmak, ille de cinsiyet değiştirmek anlamına gelmiyor.

KÜLTÜR BELİRLEYİCİ: EŞCİNSEL ARGOSUNDA TABİR ÇOK

Eşcinsel argosunda çok fazla tabir var. Bunların içeriği kültürel süreçlerle dolduruluyor. 80’lerde işte biraz farklı olan bir çocuğa ya ibne dersin ya da Zeki dersin, Zeki Müren’in hareketi. Bugün bu Zeki’nin hiç bir anlamı yok, o dönem kapandı. Bir dönem Ankara’da, Tanju’ymuş derlerdi. Ne alaka ki derdim. İşte Zeki’yi anlarsın, top ve ibne zaten Allah’ın emri. Tanju da herhalde yumuşak bir ifade anlamına geliyor. Senin farklılığını anlayan kişi seni adlandırırken ve o isimlerin içini statüsüne ve entelektüel düzeyine göre dolduruyor.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 26 ARALIK 2010