AKİL İNSANLAR KOMİSYONU VE GAZETECİLİK

...

Ölüm haberleri gelmesini önleyecek her çaba desteklenmeye değer. “Barış süreci” de daha şimdiden Güneydoğu’da kan akmasını durdurdu. Sırf bu nedenle bile, biz gazeteciler bu sürece güç vermeliyiz.

Ama nasıl? Süreçte aktif rol alarak, “Akil İnsanlar Komisyonu”na girerek mi? Yoksa yine gazetecilik yaparak, izleyerek, eleştirerek mi? Hükümete bakılırsa gazetecilerin, bu süreci doğrudan sahiplenmesi, sorgulamaması, hatta aktif katkı vermesi gerekiyor. O nedenle de 20 gazeteci-yazar, 7 de akademisyen yazarı, Akil İnsanlar Komisyonu’na seçtiler; komisyonun yarıya yakını gazeteci.

Gazetecilerin bu komisyona girmeleri, Sabah’ın Okur Temsilcisi Yavuz Baydar’ın girişimiyle Dünya Ombudsmanlar Örgütü’nün (ONO) mail grubunda tartışıldı. Ombudsmanların büyük çoğunluğu, gazetecilerin böyle bir komisyonda yer almalarının yanlış olduğunu düşünüyordu. Bu görüşleri, Guardian’dan Chris Elliott’ın “Gazetecilerin böyle bir komisyona katılmaları, mesleki rolleri ve bireysel özgürlüklerinden vazgeçmeleri demek olur” cümlesi iyi özetliyordu. İstisnalar olabileceğine inanan okur temsilcileri de vardı. Bu yaklaşımı açıkça dile getiren Meksika’dan Gerardo Albarrán de Alba oldu:

“Devlet mekanizması gerektiği gibi çalışmadığında gazetecilerin müzakerelere katılmaları ihtiyacı olabilir. Her ülkenin etik kodlarının yanı sıra farklı gerçeği vardır. Ben ‘Ayrımcılığı Engelleme Komisyonu’ üyesiyim. Gazeteciler ve insan haklarını koruyacak yeni yasalar inşasında hükümete katkıda bulunuyoruz. Bugüne kadar çelişki hissetmedim. Ombusdman olarak haber yapmıyor, karar almıyorum; sadece beni rahatsız eden konularda fikrimi beyan ediyorum. “

İstisnayı savunmasına rağmen Alba, “muhabirler ve editörlerin takip ettikleri olayın aktörü olmaları”na karşı çıktı. Sonra da “uzlaşma”nın bu istisnai durumların temel koşulu olduğunu vurguladı.

Alba’nın görüşlerini dikkate değer buldum. Bence de “istisnai durumlar” olabilir. Fakat bu istisnalar, kesinlikle haber ve karar alma süreçlerinin parçası olan muhabir, editör, gazete yöneticisi gibi pozisyonlarda olanları kapsamaz. Sadece yazar ve yorumcular bu tür komisyonlarda görev alabilir. Onların bu komisyonlara girmeleri de gazetecilik sınırlarını aşmamaları ve komisyonlarla ilgili toplumsal uzlaşmanın sağlanmış olması kaydıyla kabul edilebilir.

Oysa “Akil İnsanlar Komisyonu” tarafların üzerinde anlaştığı, bütün partilerin destek verdiği, bağımsız ve tarafsız bir kurul olamadı. Komisyon üyelerini siyasi iktidar belirledi; oraya bağlı olarak görev yapacaklar. Gazeteci olmayan ya da akademisyen kimliği önde olanlar için bir şey diyemem. Fakat oradaki gazetecilerin mesleki faaliyetlerinin zarar göreceği endişesini taşıyorum.

Çünkü bağımsızlık gerektiren mesleki rollerinin dışına çıkarak, toplumsal bir çatışmada bir tarafın aktörü haline geldiler. Uzlaşmanın dışında kalan kesimler, o gazetecilerin mesleki faaliyetlerini hep bu açıdan değerlendirecek.

Halbuki böylesine kritik bir süreçte “akil insanlar” kadar, gazetecilerin “eleştirel aklı”na da ihtiyaç var. Biz gazeteciler, sürecin aktörü değil, izleyicisi rolümüzle daha çok katkıda bulunabiliriz. Bağımsız ve tarafsız eleştirilerimizle sürecin doğru bir zeminde ilerlemesini, terörün sona ermesiyle kalmayıp, Kürt sorunun çözülmesi ve Türkiye’nin demokratikleşmesi sürecine evrilmesini sağlayabiliriz. Yine gazetecilik zamanı, işimiz çok…