"ÖTEKİNİN DEPREMİ"NİN YILDÖNÜMÜ

...

Yarın 23 Ekim. Van depreminin yıldönümü. 642 insanın yaşamına mal olan bu depremde biz de gazeteci arkadaşlarımız Sebahattin Yılmaz ile Cem Emir’i kaybetmiştik. Depremi izleyen DHA muhabirleri Yılmaz ve Emir, 9 Kasım’da meydana gelen ikinci depreme Bayram Otelde yakalanmışlardı.

Aradan bir yıl geçtiğine göre Van’da yapılan deprem gazeteciliğine daha serinkanlı bakabilir, bu felaketten çıkarılması gereken dersleri konuşabiliriz. Kuşkusuz Yılmaz ve Emir, yetkililerin faaliyetini durdurmadığı o otelin sağlam olduğunu sanıyorlardı. Ama onların kaybından çıkaracağımız ilk ders, depremi izleyen gazetecilerin teknik ekipmanına, güvenliğine, kalacağı yere çok titizlenmek gerektiği. İnsanların acılarına odaklanırken, gazetecilerin yaşamını tehlikeye atmamalıyız. Tabii koşullar elverdiğince…

Alınacak bir diğer ders de habercilik tarzımızla ilgili. Hatırlayacaksınız, bir sunucu depremin ardından televizyondaki nefret söylemiyle dikkat çekmiş, ekrandan çekilmişti bir süre. Yapılmaması gerekenin ilk örneğiydi o konuşma.

Van depreminde nasıl habercilik yapıldı? Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Yüksek Lisans öğrencisi Hale Uysal bu sorunun peşine düştü. 24 Ekim-31 Ekim 2011 tarihleri arasında Hürriyet, Sabah, Zaman, Haber Türk, Sözcü, Yeni Şafak ve Taraf gazetelerinde çıkan deprem haberlerinin söylem analizini yaptı. Prof. Dr. Esra Arsan’ın danışmanlığında “Nefret söylemi bağlamında Van depremi” başlıklı bir tez hazırladı Uysal. Van depremini “Öteki depremi” olarak nitelendirdi bu tezinde. İncelediği bazı gazetelerin “nefret söylemi” içerdiğini yazdı. Hürriyet’in deprem haberleriyle ilgili vardığı sonucu da şöyle özetledi:

“Hürriyet, bu yedi günlük süre içerisinde, yardım kampanyalarını ön plana çıkararak, sıklıkla Türk insanının ne kadar yardımsever olduğunu vurguluyor ve birliktelik mesajı veriyor. Konunun geçtiği bölge nedeniyle Kürt halkıyla birliktelikten bahsettiğini elbette anlıyoruz ama sıklıkla Türk kelimesini geçirip, etnik kimlik vurgusu yaparken, hiç Kürt kelimesini geçirmemesi dikkat çekiyor. Birliktelik ve kardeşlik mesajı verirken, kiminle kardeş olunduğunu söylemesi, şahsen daha rasyonel bir çerçeve sağlardı. Gazete Kürt kimliğine karşı herhangi bir nefret söylemi üretmiyor ya da yöneltmiyor. “

Elbette bu bir saptama ve üzerinde durmayı, tartışmayı hak ediyor. Ama şurası açık, Türkiye gazetecileri olarak felaketler konusundaki deneyimimiz yeni hatalar olmasını engelleyemiyor. Doğal olmayan eski hataların yinelenmesi. Gazeteciliğin dilinin insanileşmesi, eski yaklaşım kalıplarının terk edilmesi bu kadar zor olmasa gerek.