AYKUT KOCAMAN

...

EN BÜYÜK SINAVI ŞİMDİ BAŞLADI

Sadece atılan gollerin ve kazanılan maçların iz bıraktığı sanılır futbol camiasında. Oysa Aykut Kocaman’ın futbol serüveni, sahalarda sergilenen kişiliğin daha derin izler bıraktığını kanıtlıyor.

Öyle olmasa Aykut Kocaman dendiğinde üç kez gol kralı tacını taktığı, 1.ligde 200’den fazla gol atan beş futbolcudan biri olduğu akla gelirdi ilk olarak.

Halbuki bugün futbol camiasındaki rakipleri bile onu "Efendi adam" olarak anıyor; 1995’te şampiyonluk maçını kazandıktan sonra Trabzonsporlular için empati duygularını ifade etmesini hatırlıyorlar.

Kolay değildi, çıkıp da "Şu an yenildikleri için aşağılanan Trabzonlu futbolcuların yerinde biz de olabilirdik. Spor ve futbolun tek anlamı başarı değildir" diyebilmek. Ama o Fenerbahçe taraftarının "Kral Aykut"uydu, o söyleyebilirdi; ona göre profesyonellik bunu gerektiriyordu.

Rakip takım taraftarlarının da alkışlarını alabilmiş ve saygısını kazanmış bir futbolcuydu. Hiçbir çekişmeye girmemiş, kimseyle kavga etmemişti. Öyle olunca da 16 sezonda sekizi milli takımda olmak üzere toplam 348 maçta oynamış, bir kere bile kırmızı kartla yüz yüze gelmemişti. Bir kere bile…

Futbol çölünde vaha

Zira kolay sinirlenen bir yapısı yoktu. Fren mekanizmaları her zaman güçlü olmuştu. Çocukluğundan beri kontrollü, sakin ve sabırlıydı. Dahası mütevazı ve kendisiyle barışıktı. Bunda Köy Enstitüsü kökenli öğretmen bir babanın oğlu olmasının etkisi büyüktü kuşkusuz.

Kitaplarla, gazetelerle haşır neşirdi çocukluğunda. Eğitimin önemini kavramıştı, ailesi de hep okumaya yönlendiriyordu. Ama futbolu okuldan çok seviyordu, hatta âşıktı futbola. O yüzden de lise diplomasını güçlükle alabildi.

Yine de kitaplarla dostluğu hep sürecek, evinde kütüphane kuracaktı. Futbolla ilgili de okuyacak, kendini geliştirecekti. Yakın tarih, felsefe, roman, şiir ne bulursa okumaktan hiç vazgeçmeyecekti. Bu da futbol adamlarında nadir görülen düşünsel bir zenginlik katacaktı ona.

Bir gün telefonla bağlandığı "Açık Radyo"yu "alışkanlık yapan bir özgürlük alanı" olarak tanımlaması tesadüfî bir konuşma değildi. Fenerbahçe Teknik Direktörü olarak Moskova’ya gittiğinde Nâzım Hikmet’in mezarını ziyaret edip kırmızı karanfil koyması da.

"Kocaman Bir Adam Sıra dışı Bir Teknik Direktörün Portresi" kitabını yazabilmek için bir sezon boyunca yanından ayrılmadan gözlemlerde bulunan Barış Tut’un, "Aykut Kocaman, bu ülkenin futbol çölünde bir vahadır" yargısına varmasının nedenlerinden biri, Kocaman’ın işte bu çizgisiydi.

Jimnastiğin estetik katkısı

Kocaman’ın kendine özgü futbol anlayışı da buradan besleniyor. Kimileri, onun futbol çizgisini, Löw ve Rijkaard gibi teknik adamların uyguladığı "Entelektüel futbol felsefesi"nin Türkiye temsilcisi olarak görüyor. Entelektüel futbolda estetik kaygısı öne çıkıyor, salt kazanmak amacıyla kurulmuyor oyun. Yüksek tempolu, paslaşmaların şiirselleştiği, oyuncunun topla bütünleştiği, güzel oyunun öne çıktığı bir futbol hedefleniyor. (Entelektüel Futbol/Kaan Kavuşan/ klasikfutbol.blogspot.com)

Estetik ve topa hâkimiyete dayalı bu futbol anlayışı tam da Kocaman’ın Türkiye’de yerleştirmek istediği futbol ekolü. Teknik direktörlük döneminde Brezilyalı teknik direktörü Parreira’yı da örnek alarak geliştirdiği bu futbol anlayışı çocukluk yıllarına dayanıyor.

Ortaokul ve lise yıllarının geçtiği, İstanbul’un Gültepe semtindeki sahada oynarken de Kocaman’ın estetik bir futbol tarzı vardı. Kıvrak hareketlerle son derece estetik çalımlar atabilmesini küçük yaşlarda yaptığı jimnastiğe borçluydu. 12 yaşına kadar, Eczacıbaşı takımında jimnastik yapmış, madalyalar kazanmış, bir yarışmada Türkiye ikincisi olmuştu. (Alp Ulagay, Hürriyet Pazar, 10 Ocak, 2004)

Sakaryalılar grubu

Böylesine müthiş çalımlarla gol atan bir gencin dikkat çekmesi kaçınılmazdı. Önce amatör kümedeki Altınmızrak’a, oradan da baba memleketi Sakarya’ya transfer oldu. İlk yarıda sahaya bile çıkamadı, yedek kulübesinde kaldı hep. Beklediği fırsat ikinci yarının ortalarında oynanan Kocaelispor maçında geldi. Maçın son 15 dakikasında girdi oyuna. Girmesiyle de üç ters çalımla bekin sırtını yere yapıştırıp tribünleri ayağa kaldırması bir oldu. O günden sonra da ilk 11’in değişmezleri arasına girdi. (Fahri Tuna, 24 Haziran 2010)

Sakaryaspor’un, Türkiye kupasını kazandığı yıl olan 1988’de büyük takımların dikkatini çekti Aykut’un golleri. Beşiktaşlı olan babasını kızdırmak pahasına Fenerbahçe ile anlaşmayı imzalarken yalnız değildi. Sakaryaspor’un diğer asları Oğuz Çetin, Serdar Şenkaya ve Turan Sofuoğlu ile birlikte transfer oldular.

Yıldızı, Rizespor maçında parladı. Maçın ikinci yarısında sahaya girer girmez, rakip takımın kalesini dalgalandırdı. Hem de tam dört kez. Gol krallığı tacını da ilk kez o sezonda taktı başına. Aşırtma gollerinin hayranıydı tribünler. Oğuz ve Rıdvan ile birlikte "Efsanevi üçlü" olarak sekiz sezon top koşturdu Fener’de…

Oğuz Çetin ile iyi arkadaştı Aykut. Hep dayanışma içindeydiler. "Sakaryalılar grubu" da deniyordu onlara. Giderek takımın abileri, hatta takımın ruhu haline geldiler. O zaman da Başkan Ali Şen’in şimşeklerini üzerlerine çektiler; o ünlü Trabzonspor maçında şampiyonluk kazanılmasındaki büyük rollerine rağmen uzaklaştırdı onları. Zirvedeyken, üstelik yönetici kaprisi nedeniyle atılmayı hazmetmesi zor oldu Aykut’un. Fenerbahçe’ye dönmek hep içinde ukde olarak kaldı.

Şansı Uzan’ın bırakmasıydı

Yine Oğuz ile birlikte gitti İstanbulspor’a. Orada da dört sezon oynadı. Fakat son iki yılı yokluklar, sıkıntılar içinde geçti bu sezonların. Şampiyonluk kazanma hayaliyle milyonlar döken işadamı Cem Uzan, bir anda takımı yüzüstü bırakmış, İstanbulspor dağılmanın eşiğine gelmişti. Oğuz’un ayrılması bile onu koparamadı takımdan. Belki de bir şanstı İstanbulspor’un bu noktaya gelmesi. Yoksa kim verirdi Kocaman’a hem futbolcu hem de antrenör olma fırsatını?

2000 yılında futbolu bıraktığında yaşamının yeni rotasını da belirlemişti. Antrenör olacaktı. Bir yıl kadar yardımcı antrenör olarak çalıştı İstanbulspor’da. Sonra da takımın başına geçti. Gençlerden oluşturduğu takımla mucizeler yarattı. En büyük başarısıysa Fenerbahçe’yi yenmek oldu.

Neredeyse bir savaş verdiği üç yılın sonunda veda etmek zorunda kaldı İstanbulspor’a. Takım daha fazla dikiş tutmuyordu. Ardından Anadolu takımlarına açıldı Kocaman. Önce Malatyaspor, sonra Konyaspor’u çalıştırdı. Fenerbahçe ile yaptıkları maçta çıkan olaylar, hele Anelka’nın elle attığı golle yenilmelerine dayanamadı: "Büyük balığın küçük balığı yediği sistem canımdan bezdirdi. Bu düzen bir kurban arıyorsa, ben hocalık hayatımı bu maçla sonlandırıyorum. Dayanacak gücüm kalmadı."

Fakat bırakamadı futbolu. Çok geçmeden Melih Gökçek’in takımı Ankaraspor ile anlaştı. Gökçek ile anlaşması, onun çizgisini iyi bilen kimi spor yazarlarını şaşırtmıştı ama zaten ikinci sezonu tamamlayamadan ayrıldı Ankara’dan.

En büyük sınav

Elbette gözü daima Fenerbahçe’deydi. Gönlünün takımına dönme fırsatını 2009’da yakaladı. Önce Daum’un yanında sportif direktördü. Daum ile iplerin erken kopması ile bir yıla kalmadan teknik direktörlük görevine getirildi.

Kocaman’ın ilk sınavı, 2010-11 sezonuydu, nitekim Fenerbahçe şampiyon da oldu o sezon. Ama 3 Temmuz’da Başkan Aziz Yıldırım ve bazı yöneticilerin tutuklanması, ardından "şike" iddialarıyla yargılanmaları Kocaman’ı ağır bir yükün altına soktu. Takımın toparlayıcısı oldu, onca fırtınaya rağmen takımı kazasız belasız sezon sonuna getirdi. Ali Şen bile oynadığı bu rolü takdir etti; "Aykut Kocaman’a kanım hiç ısınmadı. Ama o baskıda, sıkıntılı yılda önemli işler yaptı. Hem başkan hem antrenör, kısacası her şey oldu."

Ancak 2012-13 sezonu pek parlak başlamadı. Alex’in "Beni kıskanıyor" tweetiyle başlayan kavgayı, görünürde Kocaman kazandı. Alex gitti ama bu Kocaman için de kırılma noktası oldu. Her yenilgide Alex yeniden hatırlanır, Kocaman’ın istifasından söz edilir oldu. Aziz Yıldırım’ın, sahada anons yapıp, savunması da onun daha gergin bir futbol adamına dönüşmesini önleyemedi.

Öyle ki, futbolculuğu döneminde bir kez bile kırmızı kart görmemiş olan Kocaman, Eskişehirspor maçında hakemin Caner’i oyundan atması üzerine o bildik soğukkanlılığını yitirdi; sahaya girip hakeme bağırdı. Tabii ceza da aldı. Zaten centilmenliği ve saygıyı her zaman ön planda tutmuş olan Kocaman’ın, Şenol Güneş ve Fatih Terim ile tartışmalara girmesi de farklılaştığını, en azından zorlandığını gösteriyordu.

Karabük maçı sonrasında istifasını açıklaması aslında kimseleri şaşırtmadı. Bekleniyordu. Asıl beklenmeyen istifasını isteyenlerin bile geri adım atıp, ayrılmamasını istemeleri oldu. Kocaman da geri dönüp sürpriz yaptı.

Şimdi futbol yaşamının en büyük sınavına girdi. En azından bir süre daha eşi, kızları ve yakın arkadaşları dışında güldüğünü gören pek olmayacak galiba…

FARUK BİLDİRİCİ / 30 ARALIK 2012 / HÜRRİYET PAZAR

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.