ALİ NESİN

...

Prof. Dr. Ali Nesin, edebiyatın büyük ismi Aziz Nesin’in oğlu. Amerika’da yaşıyordu ve kendisini tümüyle bilime, matematiğe vermişti. Babasının ölümüyle birlikte o defteri kapattı ve Türkiye’ye dönüp, Nesin Vakfı’nın yönetimini üstlendi. Vakfı geliştirmekle kalmayıp, yakın dostu Sevan Nişanyan’ın da yardımıyla Şirince’de, gençler için “Matematik Köyü” kurdu. Bugünlerde başı dertte. Şirince’deki binaların yıkımına karşı mücadele veriyor.

YÜZDE 60 SÖZÜ: BABAMIN O SÖZÜ BİR SERZENİŞTİ

Babama sormuşlar Türk milleti nasıl bir millettir diye, “kaza gaz, gaza kaz diyen bir millettir” demiş. Bana sorsalar, istisnasız herkesin kendini yüzde 40’ta saydığı bir millettir derim! Babamın “Halkın yüzde 60’ı aptal” sözü hakaret değil, bir serzenişti. Bu mertebeye ancak Aziz Nesin gibi yaşamlarını halka adamış yaşlı başlı fikir önderleri erişebilir. Sık sık, “karşı çıkmıştım ama on yıl sonra Aziz Nesin’in haklı olduğunu anladım” diyenlerle karşılaşıyorum. “Bir gerçeği anlamak için on yıl gerekmişse hangi yüzdeye ait olduğunuz belli” demiyorum tabii, sadece “seni gidi çapkın” bakışları fırlatıyorum!

Babam hem otoriter hem şefkatli birisiydi. Otoritesi kişiliğinden, zekâsından, bilgisinden, kendine güveninden geliyordu. Çok sevecen bir babaydı. İyi bir baba demeyeyim, haksızlık olur, iyi bir Aziz Nesin’di. İyi, akıllı, yetenekli bir insan. Aziz Nesin’i bugün herkes kendi kafasına göre sınıflandırmaya çalışıyor. Kemalistler, babamın milliyetçi tarafını ön plana çıkarmaya çalışıyorlar. Babam Atatürkçü ya da Kemalist değildi ama milliyetçi bir tarafı vardı, yok değildi. Milliyetçi tarafıyla kendi de alay ederdi, bilirdi bir zaaf olduğunu.

ÇOCUKLUĞUM: SOKAKLARDA BÜYÜDÜK

Kitaplar ve gazeteler içinde büyüdüm. Sadece kitap sırtlarını görmek bile insanda belli bir birikim oluşturuyor. Evde sürekli felsefeydi sanattı siyasetti bilimdi bunlar konuşulurdu. Bu da doğal olarak beni soyuta doğru yöneltti.

Babam çok çalışırdı. Annemin de işleri vardı, dolayısıyla bizimle pek ilgilenemezlerdi. Bu yüzden özgür büyüdük. Sokaklarda büyüdük diyebilirim. Bu da ergenlikle birlikte nerdeyse serseriliğe dönüştü. 14-15 yaşındayken gece sabah üçte dörtte eve gelirdik ve kimse nereden geliyorsunuz diye sormazdı. Meyhanelere giderdik, sohbet ederdik, kumar bile oynardık. 15 yaşımdayken bir arkadaşımla İstanbul’dan Marmaris’e otostopla gittik ve döndük! Ama çalışıyorduk da. Kitap okuyor, satranç oynuyor, tartışıyorduk. Çocukluğumda ressam olmak istiyordum. Resmi hiç bırakmadım. Ama bir buçuk yıldır resim yapamıyorum. Zamanım yok, hem de zor iş resim. Çizgim fena değil ama yağlıboyada başarılı olduğumu söyleyemem. Çok uğraşıyorum. Sandığınız gibi resim dinlendirmiyor, rahatlatmıyor, tam tersine yoruyor.

BABAM YOLLADI: FRANSA’DAKİ IRKÇILIĞA DAYANAMADIM

Ortaokula Saint Joseph’te başladım. Sonra lise için Lozan’a gittim. Babam yolladı. Türkiye’nin geleceğini, tırmanan anarşiyi gördü. 73’te çıktım Türkiye’den. Çok okuyan çok yazan bir gençtim ama sınıf sonuncusuydum Türkiye’de. Çok disiplinli bir okuldu Saint Joseph. Lozan’a gidince kendime geldim, okul dediğin işte böyle olurmuş dedim! Matematikçi olmaya 14 yaşımda karar vermiştim. Lozan’dan sonra matematik eğitimi için Paris’e geçtim. Fransa’daki ırkçılığa dayanamayıp üniversiteden sonra doktora yapmak için Amerika’ya gittim. Öğretim üyeliğine de orada başladım. Şahsıma karşı ırkçılık hissetmediğim için daha rahattım ama Amerika benim yaşayabileceğim bir yer değildi. Sevmedim Amerika’yı. İyi de oldu, kendimi matematiğe verdim böylece. Profesör olduktan sonra Türkiye’ye dönmeyi düşünüyordum. Nitekim öyle oldu. Babam ölünce 95’te hemen yurda döndüm. 81’de gitmiştim, demek 14 yıl kalmışım ABD’de. Türkiye gibisi yok. Tüm yaşatılanlara rağmen Türkiye’de çok mutluyum. Portekizli eşimle Fransa’dayken tanışmıştık, iki yıl birlikte yaşadıktan sonra evlendik. Ondan iki çocuğum var. Şimdiki eşimden de iki çocuğum var. Etti mi dört! Biliyorsunuz, “Yetmez ama evetçi”yim ben! Aslı en büyük kızım, sonra sırasıyla Ali Derya, Kuzgun ve Turna.

ASKERLİK: SEVAN İLE BİRLİKTE YARGILANDIK

86’da dört aylık kısa dönem askerlik için Türkiye’ye geldim. 12 Eylül dönemiydi, babam da önde gelen muhaliflerdendi. Uluslararası bir değer olduğu için ona bir şey yapamıyorlardı. En yakın oğlu olduğum için beni hedef aldılar. Sevan Nişanyan da asker arkadaşımdı. Onunla beraber “orduyu isyana teşvik”ten yargılandık. Çılgınlık! Isparta’da üç ay tutuklu kaldık askeri hapishanede. “Eğitime çıkmazlar, potinlerini bağlamazlar, marşları komik söylerler” gibi ipe sapa gelmez şeylerle suçladılar. Yurtdışındaki matematikçi arkadaşlarım yakından izlediler davayı. Onlar sayesinde kurtulduk diyebilirim. Aklanmama rağmen bir yıl pasaport vermediler.

MATEMATİK KÖYÜ: DÜNYA ÇAPINDA HOCALAR GELİYOR

Amerika’dan dönüşümde Bilgi Üniversitesi’nin matematik bölümünü kurmam istendi. Kalburüstünden de öte, Yale, Harvard, Princeton gibi üniversitelerle boy ölçüşecek seviyede bir program hazırladım. Her yıl on sıra dışı matematikçi adayı mezun etmekti amacım. 30 yıl daha çalışsam, 300 matematikçi yetiştiririm, bu da Türkiye’yi birkaç yüzyıl idare eder diye düşünüyordum. Gelen öğrenciler böylesine zorlu bir programa hazırlıklı değildi, nefesleri yetmiyordu. Öğrencileri akşamları evime, hafta sonları da Vakfa aldım. Baktım bu da yeterli olmuyor, Antalya’da, Bodrum’da, Gümüşlük’te, Türkiye’nin dört bir yanında yaz okulları düzenledim. Bu göçebelik hayatımız on yıl sürdü. Zamanla kendi yerimizin olması gerektiğini kavradık. Sevan Nişanyan’ın yardımıyla Şirince’de bir araziyi aldık. İnşaatı Sevan üstlendi. Matematik Köyü’nün güzelliğini de ona borçluyuz. Muhteşem bir köy çıktı ortaya. Her yıl binden fazla öğrenci geliyor. Türkiye’yi değiştirelim derken, galiba dünyayı değiştiriyoruz! TÜBİTAK, lise ve lisans programlarımıza hiç destek vermedi. Bu düşmanca bir tavır, görülmemiş kalitede yaz okulları düzenliyoruz, dünya çapında hocalar, yol paralarını ceplerinden ödeyerek geliyorlar buraya.

Matematik Dünyası dergisini 2003’te devraldım. 7 yıldan fazla oldu yani. Satışı 10 bini geçiyor. Bir matematik dergisi için beklenmedik bir satış. Üstelik ÖSS matematiği filan değil, soyut seviyede, yarı popüler yarı akademik dergi. Kapak konularına göre eski sayıları sonra da satıyor, bir sayının satışı 15 bine varıyor.

ŞİRİNCE’DE YIKIM: PADİŞAH MI BUNLAR?

Şirince’de 22 konutta yıkım olacaktı. Bunlar arasında Nesin Vakfı’na ait bir, Sevan Nişanyan’a ait iki ev vardı. 27 yıl boyunca bir köyde tek bir çivi çakılmasını yasaklamak ne demektir? Bu ne zulümdür! Köylüler saklı gizli ev inşa ederken, Sevan Nişanyan bu işi alenen yaptı. Yani zorbalara açık açık “Siz zorbasınız, sizi kale almıyorum” dedi, diyebildi. Akıllara durgunluk verecek güzellikte yerler yaptı. Bazıları bozuk düzene karşı olmayı meyhanede vatan kurtarmak olarak algılıyorlar galiba. Tabii bir de bu cesur kişinin Ermeni olması yenir yutulur bir şey değil bazıları için.

Kültür ve İçişleri bakanlıkları araya girdi, yıkımlar 15 gün kadar ertelendi. Yıkım kararı bürokratik bir işlemdir, yıkımın fiiliyata geçmesi ise siyasi irade gerektirir. Bu iradeyi CHP ağırlıklı İzmir Genel Meclisi gösterdi. CHP’li il encümeni Emre Özer, Sevan hakkında “azınlık azgınlığında” deme cüretini gösterdi. Anlaşılan meydanı boş bulmuş, kendisini her türlü edep kuralının üstünde görüyor. Devletin bütün kademeleriyle görüştük. CHP’li milletvekilleri, defalarca arayıp ellerinden geleni yapacaklarını söyledi. Herkes durumun vahametini kavradı, yalnız İzmir İl Genel Meclisi’nden çıt çıkmadı, ki birkaç koldan görüşme talep etmiştim. Vatandaşla görüşmeme gibi bir hakları olduğunu sanıyorlar. Padişah mı bunlar? Sevan, mal varlığını Nesin Vakfı’na bağışladı. Bunda bit yeniği arayanlar var. Bunlara Sevan’ın sözleriyle cevap vereyim: “Asgari haysiyete sahip biri için, sözünün ardında kişisel çıkar aramak hakaretlerin en ağırıdır. Terbiyesizliğin uç noktasıdır.”

NESİN VAKFI: BABAMIN KİTAPLARI ON MİLYON SATTI

Çocukları babamın yokluğuna alıştırmak, onlara güven aşılamak gerekiyordu. Parayı pulu hesaplamak, kitapların basımını ve satışını sağlamak, babamın notlarını yeni Türkçeye aktarmak, Vakfın çağdaşlaşması gibi birçok iş vardı. Çok yol aldık ama Vakıf’ta iş bitmez. Tadilat, yenilenme gibi sıra dışı harcamalar hariç, Vakfın günlük yaşamı için ayda 70 bin lira gerekiyor. 50’ye yakın çocuğumuz var. Babamın kitaplarının bugüne kadar toplam satış rakamı 8 milyon diye duyurmuştuk ama yanlış hesaplamışız, on milyonu geçmiş meğer.

Nesin Yayınevi’ni kurduk beş yıl önce üç otuz parayla. Yayınevi’nden Vakfa ayda 10-15 bin lira gibi bir para geliyordu. Sadece babamın ve benim kitaplarımı basıyorduk. Şimdi çocuk kitaplarına el attık. Büyümek, daha fazla para kazanmak istedik. Bu yıl aylık gelirimizi 20 bine çıkaracağız. Evlerimizin kiralarından da 20-25 bin kadar geliyor. Gerisini bağışlarla elde ediyoruz.

Bir de çiftlik kurduk; 30’a yakın ineğimiz, 50 küsur koyunumuz, yüzlerce tavuğumuz var. Eti, sütü, yumurtayı, meyveyi, sebzeyi, yoğurdu, peyniri bahçemizden sağlayamaya çalışıyoruz. Hatta kendi sabunumuzla yıkanacağız bu yıldan itibaren. Bağımsızlığımızı kazanmak için bir darphanemiz eksik!

EMLAKÇILIK DA YAPTIM: TİCARİ KAFAMLA GURUR DUYUYORUM

Boş zamanlarımda emlakçılık yaptım. Evler çok ucuzdu bir zamanlar İstanbul’da. 8 bin dolara Galatasaray’da bir daire aldım mesela. Nesin Vakfı’na aldım tabii, bunu söylediğim zaman yanlış anlaşılıyor bazen çünkü. Aldığımız harabelerin hepsi onarım görüp adam edildiğinde kira gelirimiz ayda 30 bini aşacak. Belki anlaşılmıştır söylediklerimden, ticari kafamla gurur duyuyorum! Galiba kendime biçtiğim görevi ölmeden önce gerçekleştireceğim ve Vakıf kimsenin bağışına gereksinmeden kendi geliriyle yaşayabilecek.

TÜRBAN SÖZLERİM KIZDIRDI: AMA LAİKLİKLE İLGİLİ KAYGIM VAR

18 yaşını bitirmiş birinin türban taktığı için, inançlarından dolayı eğitim hakkını kullanamaması kabul edilemez. Kim nasıl giyinirse giyinsin, kimse kimseye karışmamalı. Türbanlı öğretmen hoşuma gider mi? Hiç gitmez. Ama ne yapayım? Bu dünya maalesef Ali’nin hoşuna gitsin diye kurulmadı!

Türban konusunda kardeşim Ahmet’le tartışmadım. Türbanlıların özgürlüğünü savunurken kardeşimin özgürlüğünü kısıtlayacak değilim herhalde! Türbanla ilgili sözlerimden sonra bana kızanlar Vakfa bağışlarını kestiler ama başka yerden geldi. Şimdi bu sözleri duyanlar Fethullah Hoca’dan gelmiştir diyeceklerdir... Bazılarına göre kendi düşüncelerinde olmayan herkes alçak ve satılmıştır! Oradan beş kuruş para gelmedi. Aklı başında makul insanlar verdi.

Allah’a inanmamak iradeyle olacak şey değil, bu içten gelir. Allah beni Allahsız kitapsız yaratmışsa ben ne yapayım! Laiklikle ilgili hepimizin kaygısı var. Kuşkusuz Türkiye daha mutaassıp bir ülke oluyor. Bir karikatürde “Allah yoktur, din yalandır” yazıldı diye bazı kişiler kıyameti kopardılar. Bunlar ürkütücü gelişmeler. Ama bu modadır, gelir geçer. Anadolu kaplanlarının çocukları ana babaları gibi olmayacaklar. Türkiye’nin geleceğinden umutluyum. Matematik Köyü’ne gelen gençleri görseniz siz de benim gibi umutlu olursunuz.

TROÇKİST OLMUŞTUM: ŞİMDİ ANARŞİST-KOMÜNİSTİM

20’li yaşlarda Troçki’yle Stalin’in mücadelesini okudum. Troçkist olduğuma karar verdim. Fransa’daydım. Troçkist partilerden birine girecektim. Babama yazdım. Babamın cevabı şöyleydi: “Oğlum, siyasette doğru olan değil, kazanan haklı, kaybeden haksızdır. Troçki de kaybetmiştir. Vazgeç bu sevdadan.” Doğru söze ne denir! Vazgeçtim partiye yazılmaktan. Yaşla birlikte giderek daha fazla anarşizme meyil ettim. Ağalık düzeni bile kapitalizm ve merkezi idareden daha insani geliyor bana. Düzen olarak öneremeyebilirim ama yaşam biçimi olarak anarşist-komünistim diyebilirim. Solcu ve özgürlüklerden yana olduğum için EDP’ye üye oldum. 12 Eylül yöneticileri ile ilgili suç duyurusunda bulundum. Ama bir şey çıkacağını sanmıyorum.

AVRUPA TURU: ŞİRİNCE’DEN ÇIKMAK BİLE İSTEMİYORUM

Lozan’da öğrenciyken sırt çantamı alıp bütün Batı ve Güney Avrupa’yı dolaştım. Otostopla, beş kuruş parasız, sokaklarda, çiftliklerde yatarak. Ama çantam en az 20 kilo kitap kalem kâğıt doluydu. Para kazanmak için çalışmadığım her yaz, her ara tatilde yollara çıkardım. Artık Şirince’den çıkıp Selçuk’a bile gitmek istemiyorum. Tek isteğim oturup çalışmak. Günümü nasıl mı programlıyorum? Bu kadar çok iş olunca programlamak mümkün değil ki. Hangi iş acilse ona girişiyorum. Acil bir işi yaparken daha acil bir başka iş çıkıyor. Bir acil işi bırakıp bir başka acil işe koşuyorum.

SİNEMAYA GİTMEM: TELEVİZYON VE RADYOM YOK

En son 30 yıl önce gittim sinemaya galiba. Yok, bu tam doğru değil, 40 yılın başında götürürler beni zorla sinemaya. Matematik Köyü’nde televizyon ve radyo yok. Hiçbir evimde de televizyon olmamıştır zaten. İnsanın ruhunu öldürüyor televizyon, pasif kılıyor. Maç olduğu zamanlar köye giderim izlemek için. Bu vesileyle toplumsal bir hayvan olduğumu da anımsamış olurum.

Maalesef Fenerbahçeliyim. Soranlara takım tutmuyorum derdim, ama maçları seyrederdim. Fenerbahçe kazandığı zaman da için için sevinirdim. Bir zaman sonra ikiyüzlülüğün âlemi yok dedim ve yakın çevreme Fenerbahçeliliğimi ilan ettim. Hoşuma gitmiyor doğrusu takım tutmak, hele hele Fenerbahçe’yi tutmak.

PORNO TEZİ: TÜYLER ÜRPERTİCİ BİR KARAR

Bilgi Üniversitesi, heyecanlı insanların olduğu özgür bir ortamdı. Maalesef o ortam elden gidiyor. Bilgi, kâr amacı güden Amerikalı bir şirkete satıldı. Porno tezine karşı çıkabilirsin, eleştirebilirsin. Ama bir profesörü, sanki bir şirket çalışanıymış gibi sorgusuz sualsiz kapıya koyamazsın. Bu tüyler ürpertici, saç baş yoldurucu bir karardır. Bir üniversite için de bir lekedir.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 6 MART 2011