AHMET ÜMİT

...

POLİSE ÇAKTIRMADAN DÖKÜMANLARI YEDİM

Ahmet Ümit’i kategorize etmeye çalışmak nafile bir çaba. Son kitabı İstanbul hatırası da bunun yeni bir kanıtı. Ne tam bir polisiye, ne de tam bir tarihi roman. Fakat onunla konuşunca görüyorsunuz ki, sıkı bir hayat serüveni var geride. Keşke sosyalizm ütopyası ile başlayan, Moskova’ya kadar uzanan, Antep’ten beslenip İstanbul ile olgunluğa eren hayatını da yazsa. Eminim, en sıkı polisiyelerden daha heyecanlı bir otobiyografik roman çıkar ortaya…

GÖZALTINDA: POLİS BIRAKINCA GİDİP EVLENME TEKLİF ETTİM

İstanbul’a 1978’de geldim. Her gün bir kişi ölüyor ve ülke kamplaşmış. Biz, Sovyet politikasına çok inanıyorduk, o nedenle TKP’ye girmiştim. Marmara Üniversitesi Kamu Yönetimi’ne kaydımı yaptırdım. Abimin evinde kalıyordum, o doktordu. Polisler bir gün evi bastı. Polisler dokümanları bulunca alıp Sirkeci’deki Müteferrika’ya götürdü bizi. Allah’tan dokümanları pazar çantasının içinde önüme koydular. Pelür kâğıtlarda isimler, adresler vardı. Örgüt üyelerinin isimleri... Ben çaktırmadan bir kısmını yedim. Kalanı da cebime koyup, tuvalete gittim. Oraya attım. Başkomiser geldi polise sordu, “Bu çocuğu niye getirdiniz?” dedi. O da “İllegal örgüt üyesi. Dokümanlar var” dedi. Çantayı getirdi, baktı kâğıtlar yok. Onun önüne koyduk da diyemiyor. Lenin’in kitabını gösterdi. Komiser, “Oğlum bu gizli doküman değil ki, bırakın bunu” dedi. Köşeden dönmüştüm. Serbest kalır kalmaz gezi parkında Vildan’la buluştuk. Ona “Seni seviyorum” dedim, evlenme teklif ettim. Ardından annem İstanbul’a geldi, 11 Eylül gecesi biz kız istedik. Sıkıyönetim olduğu için etrafta askerler vardı. Gece eve dönerken üzerimdeki dokümanları anneme verdim, o taşıdı. O gece 12 Eylül Darbesi olmuş. Tabii ben farkında değilim, sabah kalktım, bakkala gittim. Asker durdurdu, “Nereye gidiyorsun? Devrim oldu” dedi. Trajikomik. Eve dönüp bütün materyalleri yaktım. Bu arada Vildan, biz evlenmeden hamile kaldı. Yedi aylık diye yuttururuz dedik. Fakat bizim kız gerçekten yedinci ayda doğdu. Gittik herkese durumu açıkladık mecburen. Komik olan şu: Dünyayı değiştirme iddiasındayız ama prezervatif kullanmayı bilmiyoruz!

MOSKOVA: YAZAR OLABİLECEĞİMİ RAPOR YAZINCA ANLADIM

15 yıl profesyonel devrimcilik yaptım. Sabah kalktığımda birinci meselem ekmek parası kazanmak değildi. 12 Eylül’de TKP’yi İstanbul’da çökertemediler. Öğrenci gençlik sorumlusuydum, bana bağlı 250’ye yakın üye vardı. 82 Anayasasına karşı afiş asarken bana bağlı olanlardan biri tutuklandı. Örgüte yazdığım rapor, Prag’da 40 ayrı dilde yayınlanan “Barış ve Sosyalizm Sorunları” dergisinde basıldı. Rapor yerine “Bu son sınav değildir” diye hikâye yazmıştım. Tutuklanan bir öğrencinin işkence de direnmesini anlatıyordu. Yazarlık süreci öyle başladı. Moskova’ya gidiş kararı veren örgüt, ben değilim tabii. 1985-86 yılları... Moskova’ya giderken hayallerimin ülkesini göreceğim duygusu vardı. Görünce anladım ki benim idealimdeki ülke, idealimdeki toplum orası değil. Büyük bir yıkımdı. Oradayken “5 sene burada kal parti gazetecisi ol” dediler. Ben de “Bana edebiyat okutun, yazar olacağım” dedim. “O zaman dön” dediler. Döndükten sonra “Söz Hakkı” diye bir gazetede çalıştım. Sonra bizim parti TİP’le birleşti, iş gevşedi. Yazar olarak partiden daha etkili olabilirsin dedim kendime. Belki insanları devrim yapmaya çağırmazsın ama o insanların daha iyi olmasını sağlayabilirsin diye düşündüm.

KİTAPLARIM: KLASİK ANLAMDA POLİSİYE YAZMIYORUM

İlk kitap, 1989’da çıktı. “Sokağın Zulası” bir şiir kitabıydı. Onu da bir parti yayınevi bastı. Rahmetli Ali Taygun da Merkez Komitesindeydi Partinin. Onun yanına gittim ve sanat komitesini oluşturduk. Ali abi, Çıplak Ayaklı Gece’yi okuyunca “Ahmet sen polisiye yaz” dedi. Önce anlamadım, zoruma gitti. Beni küçümsüyor zannettim. Sonra fark ettim ki polisiye aslında sistemi eleştirmek için iyi bir yol. Yoğun şekilde polisiye okudum. Hepsini karşılaştırdım ve bir politik zemin oluşturdum. Shakespeare’le Dostoyevski’yi örnek aldım. Hamlet, Macbeth, Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler, cinayetten yola çıkıp toplumun ruh halini anlatır. Benim kurgum biraz daha Agatha Christie, yani finali belirsiz olan, merakla okunan metinler. Klasik anlamda polisiye yazmıyorum. İlk polisiye romanım “Sis ve Gece”, yasak bir aşk bağlamında MİT’in sivilleşme sürecini ve bir yargısız infazı anlatır. Patasana’da Hititlerin ikinci başkenti Kargamış’ı yazdım. O bana, büyük bir kapı açtı. Patasana, Kavim, Beyoğlu Rapsodisi, Bab-ı Esrar, İstanbul Hatırası bir zincirin farklı halkalarıdır. Tarihi zeminde polisiyedir. Hani Umberto Eco, “Gülün Adı”nı yazdı, polisiye roman dedi. Orhan Pamuk “Benim Adım Kırmızı”yı yazdı, polisiyeydi ama polisiye demedi. Benim için fark etmiyor, ben güzel bir kitap yazmaya çalışıyorum. İleride sanat tarihçileri tanımlamaya değer bulursa yazdıklarımı sınıflandırabilirler.

EKONOMİ: YAZARAK GEÇİNEN BEŞ ON YAZARDAN BİRİYİM

Evlendikten sonra ticaretle uğraştım. Antep’te demir ticareti yapan eniştem, İstanbul, Perşembe Pazarında dükkân açmıştı. 1.5 yıl kadar hem okula gidip hem orada çalıştım. Parti bitince şirket kurduk, Ali Taygun ile altı yıl reklamcılık yaptık. Eşim muhasebecilik, finansman müdürlüğü yaptı. Kırık dökük geçiniyorduk. Patasana, yedi baskı yapınca eşime “Vildan, artık sadece yazarak geçinmek istiyorum” dedim. İşi bıraktım. Satışlar yavaş yavaş yükselmeye başladı. Diziler, filmler, yurt dışından gelen teliflerle beraber 2004’ten itibaren Türkiye’de sadece yazarak geçinen beş on yazardan biri haline geldim.

OFİSTE YAZARIM: DÜZENLİ BİR HAYATIM VARDIR

Sabah kalkarım, kahvaltıdan sonra Beyoğlu’ndaki ofisime gelirim. Üç dört saat yazarım. Sonra bir yere gidip güzel bir yemek yemeyi, hayatın tadını çıkarmayı severim. Akşamları okumayla geçer. Bazen romanlarla ilgili geziler yaparım. Belli bir yaştan sonra şaşırtacak şey çok az oluyor bizde. Aşk beni çok şaşırtmıyor, güzel bir hanımla karşılaşıyorum, sekiz hamle sonra ne olacağını biliyorum ve bana cazip gelmiyor. Bilgi şaşırtmaya devam ediyor beni. Şanslıyım böyle yazdığım için, öğrenerek entelektüel tarafımı doyuruyorum, oluşturduğum kurgularla da yaratıcı tarafımı doyuruyorum, ikili bir doyum var yani.

BIÇAKLANDIM: YAŞADIKLARIMIN BEDELİ YÜKSEK OLABİLİRDİ

Çizgi romanları saymazsak kitapla ilk temasım evdeki çeyiz sandığıyla olmuştur. Biz yedi kardeşiz, üç abim Antep dışına gitti. Bir abim, Londra’ya kadar gitti. Onların getirdiği kitaplar sandığa konurdu. İçinde Hegel, Kafka, “Kral Marx” kitapları vardı. Marx’ı hiç Karl diye okumazdım. Sakalı var ya! Atatürk Lisesi birinci sınıfta solcuydum. Hepimiz solcuyduk, solcu olana kızlar bakardı, solcu olmak çağdaş olmaktı. Milliyetçi Cephe Hükümeti, dışarıdan toplama MHP’lileri gönderdi. Sürekli olay çıkardılar. Bir gün bıçaklandım. İki Ülkücü, yakalarına rozet takmıştı. “Bu rozeti nasıl takarsın” diye bulaştık. Benim hatamdı. Hep kavganın içinde olan biriydim. Ama kimseyi vurmadım, yaralamadım, ona şükrederim. Yaşadıklarımın bedeli yüksek olabilirdi. Bir sürü arkadaşımız öldü, bir sürü insan delirdi, hayatlar bitti. Büyük yıkımlar yaşandı. Yine de benzersiz günlerdi, o günlerden çok şey öğrendim.

ANNEM: ÇOK İYİ MASAL ANLATIRDI

1930’lu yıllarda Antep’te masalcılar varmış. Dedem, anneme masalcılar tutarmış. İnanılmaz bir masal dağarcığı vardır annemin. Terziydi, kızlar, bizde hem dikiş, hem görgü öğrenirlerdi. Annem çok iyi bir anlatıcıydı. Onun masallarını dinledim. Muhtemelen bendeki yazarlık hikâyesi annemden geldi. O anlatıları beni besledi. Şimdi 87 yaşında, bize gitsek, yine anlatır, bayılırsın. “Masal Masal İçinde”de annenden dinlediğim masalları anlattım.

BABAM: YEMEK MASASINDA DİN TARTIŞILIRDI

Dindar bir adamdı babam. En büyük abim, 60’larda Menderes’e karşı çıkmış, öğrenci hareketlerine katılmış. Ötekiler 68 rüzgârına yakalanmış. Hepimiz solcuyuz. Solculuk yeterince algılanmadığından şematik bir dine karşı çıkış yaşanıyordu. Belki de babanın baskısına, sabah namazlarına götürmesine karşı bir intikam duygusuyla. Bu konu yemek masasında öyle tartışılırdı ki annem bile bizi savunurdu. Bizim durumumuz da babamın tutuculuğundan farklı değildi.

BAŞKOMİSER NEVZAT: O ARTIK TÜRKİYE’NİN DEDEKTİFİ

Okay Gönensin Yeni Yüzyıl gazetesini çıkarıyordu. Aradı, “Bize polisiye yazar mısın?” dedi. Ben de “Dedektif olmaz Türkiye’de. Bir Başkomiser Nevzat yaratayım” dedim. Atıf Yılmaz’ın “Ah Güzel İstanbul”undaki Haşmet İbriktaroğlu karakteri, Yavuz Turgul’un “Muhsin Bey” karakteri ve öldürülen Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul’un bileşkesidir Başkomiser Nevzat. İki çizgi romanı var, üç de dizi yaptık. Artık Türkiye’nin dedektifi oldu. Dizi teklifleri var, girmiyorum. Rezillik çünkü. Roman uyarlamalarında işin cılkı çıktı. Ama film oluyor. Sis ve Gece filme uyarlandı. Bab-ı Esrar, Beyoğlu Rapsodisi ve İstanbul Hatırası için çalışmalar var. Sis ve Gece, yabancı dile çevrilen ilk polisiye. 98’de Yunanistan’da yayınlandı. Orada üç kitabım çevrildi. Almanya’da üç, Fransa, Kore ve İspanya’da birer kitabım yayınladı.

ARŞİVİM: ERGENEKON’U YAZACAĞIM AMA SONRA

Daha önce Susurluk’u yazmıştım. Şimdi de Ergenekon’u yazmayı düşünüyorum. Ama şimdi değil çünkü belirsizlik devam ediyor. Malzeme topluyorum tabii. Bir arşivim var. Her şeyin oturması lazım, çok enteresan bir döneme girdi Türkiye. Ergenekon’un kaderi de bununla ilgili. Amerika’nın Türkiye’deki yönetime, AK Parti’ye tavrı değişmeye başlıyor.

MUTLUYUM: HAYATA TEŞEKKÜR EDERİM

Kızımın ismi Gül. Çok acı bir hikâyesi var. İşte 12 Eylül dönemi, ben örgütteki çocukları yazları çadır kampına götürüyorum. Felsefe, ekonomi politik, Komünist Partisi tarihi üzerine dersler veriyorum. Kızım da 5 yaşında. Ona diyoruz ki, “Kızım bak, ‘Benim adım Deniz’ diyeceksin tamam mı?” Sahilde gezerken çocuklardan biri “Sen ismini yazabilir misin?” diyor. O da “Deniz yazamam ama Gül yazabilirim” diyor! Şimdi evli, eşi de sinemacı. Bir de Rüzgâr’ımız var, torun 2,5 yaşında. Hayata teşekkür ederim. Böyle devam ederse güzel, etmeyecek tabi ki. Yaş 50 artık aşağıya doğru gidiyoruz.

İSTANBUL HATIRASI : ALKIŞI DUYUYORUM

Antep’ten sonra beni en çok mutlu eden, beni biçimlendiren şehirdir İstanbul. Bir romanla vefa borcunu ödeyeyim dedim. Tabii Antep’e de borcum var, onu da yazacağım. Antep bana çok şey verdi. Çok kültürlü, yeniliğe açık bir şehir. İstanbul’u yanlış anlıyoruz, buradaki zenginliğin farkına varmıyoruz. Bir şehirlilik bilinci yok. Ali Taygun’a ithaf ettiğim “İstanbul Hatırası”nda anlattıklarım hepsi tarihte var. Ben roman kurgusuyla anlatınca popüler oluyor. Patasana’yı yazınca beni Eski Çağ Enstitüsü’ne arkeolog olarak üye yaptılar. Bab-ı Esrar’da Konya’da turizm patladı. Bir işe yarıyor yani yazdığınız. O zaman polisiye mi, edebiyat mı diye üzerinde durmuyorum. Çünkü bu hiç önemli değil, bir işe yaradığını fark etmek önemli.

POLİSLER: GENÇ POLİSLER ÖDÜL VERDİ SONRA İPTAL ETTİLER

Kriminal büroda beni çok severler. Yazdıklarım bir anlamda polislere yol gösteriyor. İki yıl önce Ankara’daki polis okulunda beni yılın yazarı seçmişlerdi. Sonra ödül vermediler. İptal edildi diye bir haber geldi. Beni okuyan çok polis var biliyorum. Adli Tıp uzmanından cinayet büro amirine kadar hepsinin çok yardımları olur bana. Uzmanlardan yardım almadan yazamam.

KADINLAR: KADINLARA YALAKALIK YAPAN YAZARLAR VAR

“Kadınlara yalakalık olsun diye yazanlar var” sözleri Ahmet Altan üzerine söylenmemişti. Türkiye’de okurun büyük bölümü kadın. Yazarlar, bu hedef kitlenin beğenisine uygun yazıyor. Kadın yazarlar da yapıyor, kitabın adını aşk koyuyorlar, pembe kapak bilmem ne. Bunlar satışa ve kadını tavlamaya yönelik. Aşkı yadsıyacak kadar salak değilim ama merkeze koyarsan mutsuz olursun.

SERİ KATİLLER: POLİSİYE YAZARLARINA MALZEME ÇOK

Türkiye’deki suç kültürü polisiye yazmaya elverişli değil derlerdi, tümüyle yanlış. Sorun yazarlarımızın polisiyeyi küçümsemesindeydi. Bizim gazeteler “Niye seri katilimiz yok” diye acınıyorlar. Bu bir eksikmiş gibi. Keşke olmasa, bizde de seri katil var. Ama Amerika’daki kadar öldürmemiştir, orada 100 kişiyi öldürenler var. Bizi koruyan şeyler var. Seri katil denen yapayalnız bir kişi. Bizde hâlâ memleketten bulgur geliyor, arkadaşımız var. Bu sosyallik seri katilliği önlüyor. Ayrıca bizde sinema ve edebiyat, seri katilleri Amerika’daki gibi popüler figür olarak kullanmıyor, mitleştirmiyor.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 4 TEMMUZ 2010

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.