AHMET KANNECİ

...

GİTARLARIMLA ADETA SEVİŞİRİM

Gitar virtüözü Ahmet Kanneci, bugünlerde çok mutlu. 20. yüzyılın en önemli, gitarcısı olarak kabul edilen İspanyol sanatçı Andres Segovia adına düzenlenen ödülü aldı. Mutluluğunun ikinci nedeni de eşinin hamile olması. 53 yaşında olan Kanneci, ilk kez baba olmaya hazırlanıyor.

FEN LİSESİ: DİAZ İLE TANIŞTIĞIM AKŞAM GİTARA ÂŞIK OLDUM

Çok isabet etmişim oraya gitmekle. Fen lisesi mezuniyeti kimliğimde önemli bir yer tutar. Spor da yaptım. Uzun atlamada Türkiye şampiyonluklarım oldu. Sakatlanıp belimden ameliyat olunca bırakmak zorunda kaldım. Son sınıfta müzik dersini seçtim. Hoca parmağıma bakıp "Seni de gitara başlatalım" dedi. İlk derste "Yarın kravatlarınızı takın sizi CSO konserine götüreceğim" dedi. Kravatlarımızı takıp söylene söylene konsere gittik. Fraklar giymiş insanlar sahneye dolunca şoke oldum. O güne kadar sadece Atatürk’ün frak giydiğini sanıyordum. Derken reklamlarda duyduğum pırıl pırıl bir müzik ortaya çıktı. Rossini’nin İpek Merdiven uvertürüydü. Hoca, alkışlardan sonra "Çıkmayın solist gelecek" dedi. Biri çıkıp şarkı söyleyecek sandım, elinde gitarıyla esmer güler yüzlü bir adam geldi. En öne oturup parmaklarıyla çaldı ve ben âşık oldum. "Hocam beni gitariste götür yakından göreyim" dedim. "O Venezuelalı Alirio Diaz" dedi. Biz aşağıya indik. Güler yüzüyle kapıyı açtı Alirio Diaz, "Hoş geldiniz" dedi. Hocamız Cevat Çangatin, "Bu çocuk sizinle tanışmak istiyor" dedi. Aldı bizi içeri. "Ben gitara âşık oldum" dedim kısıtlı İngilizcemle. Sırtımı sıvazladı, "Ooo yolu yarılamışsın" dedi. Ertesi gün gitara başladım. Meğer diğer yarıyı tamamlamak o kadar kolay değilmiş. Bakın 72’den bahsediyorum. 38 yıldır Diaz beni hiç bırakmadı. Hep görüştük, birlikte konser de verdik. İspanya, İtalya, Venezuela’da birçok yerde görüştük. 17 Ağustos depremi olduğunda beni ilk arayan oydu. Venezueala’nın bir köyündeki public bir telefondan arıyordu. "Sorun var mı? Kalacak yerin yoksa buraya gel" dedi. Dünya müzik tarihinin devlerinden biri sıradan bir genç ile ilgileniyorsa işte büyük adam budur.

ODTÜ: MİMARLIK DİPLOMASINI ALDIM

O akşam birlikte konsere gittiğimiz arkadaşlardan benden başka müziğe ilgi duyan olmadı. Başka alanlarda özellikle tıp konusunda çok başarılı arkadaşlar çıktı aramızdan.  Bugün Türkiye’de övündüğümüz bazı kurumların başında Fen Liseliler var. Fen lisesi 67’de kurulmuş. Herkes yatılıydı o zaman. Fen lisesini bitirdikten sonra ODTÜ Endüstri Mühendisliğini seçtim. Son sınıftan mimarlığa transfer oldum. Mimarlığa başlamayı da düşündüm ama olmadı. Sanatçı kişiliğime müdahale etmeye kalktılar. Mimarlık inşaat planlama değil bir organizasyon bilimidir. Notalarda da bir organizasyon vardır. Bach’ın fug’ünü renklerle ifade etmiştim. Nasıl? Her notaya bir renk verdim ve onları kareler olarak bir kartonun üzerine yapıştırdım, jüri bunu çok beğendi. "Çok enteresan, nasıl düşündün" dediler. "Ben düşünmedim Bach düşündü" dedim.

HOCALARIM: İSPANYA’DA JOSE TOMAS’IN ÖĞRENCİSİYDİM

Ciddi anlamda gitar eğitimi aldığım ilk hoca Turgay Erdener. Fen Lisesini bitirdiğim sene. İstemihan Taviloğlu, Ali Sevgi var hocalarım. Onlar teori açısından eşsiz insanlardır. Hep klasik gitar çalıştım. CSO konserlerine sürekli gittim. Gitarla bu kadar içli dışlı olmama rağmen ODTÜ’de endüstri mühendisliğine devam etmemin nedeni mecburiyetti. ODTÜ’deki kültürel atmosfer de çok gelişkindi. Burslu olarak 1977’de İngiltere’ye gittim. Yine bursla İspanya’ya gidip Jose Tomas’ın öğrencisi oldum. İspanya ile Fransa yakın olduğu için fırsat buldukça sınavlarına girerek, 1991’de Perpignan kenti Devlet Konservatuarı’ndan diploma aldım.  Fullbright araştırma bursuyla da 1992’de Amerika’ya gittim.

DOÇENTLİK: DANIŞTAY KARARIYLA YENİ SINAVA GİRDİM

İspanya’dan dönüşte askere gittim. Halfeti’liyim ama askerliğimi Urfa’da asteğmen olarak yaptım, kuradan orası çıktı. Ummadığım kadar iyi gitti. Tugay karargâhında çalışıyordum. Mesai bitince odamda gitar çalışırdım. Askerliğe hayıflanarak gittim ama "Şimdi yeniden askerlik yapmak ister misin" deseler "Evet" derim. Orada çok şey öğrendim. Askerlikten bir sene sonra Prof. Dr. Yahya Tezel, ODTÜ’ye çağırdı. Bir sene sonra da şimdi çalıştığım konservatuara geçtim. YÖK muadelet komisyonu, yurtdışındaki çalışmalarımın kabulü başvuruma 11 yıl cevap vermedi. Yeniden master yapmak zorunda kaldım. Enteresan şekilde YÖK’ten "Gözünüz aydın" cevabı geldiği gün master diplomamı alıyordum. Sonra doktora yaptım. Doçentliğe müracaat ettiğimde bir komisyon belirlediler.  Sınavda Vivaldi’den sonat çaldım. "Vivaldi bu eseri gitar için mi yazmıştı" diye sordular. "Orijinal değildir çünkü gitar Vivaldi’den yüz yıl kadar sonra keşfolmuştur" dedim. Komisyon beni bıraktı. Ben de Danıştay’a müracaat ettim. Danıştay, o jürinin benim sınavımı yapamayacağıma karar verdi. Yeni jürinin yaptığı sınavda oybirliğiyle doçent oldum. İkinci jüride müziği bilen Gürer Aykal gibi bir dev vardı. Ciddi sorular sordu.

ÖDÜLLER: SEGOVİA ONUR MADALYASINI ALDIM

Bütün ödüllere sevindim ama son kazandığım ödül beni çok mutlu etti; Andres Segovia Onur madalyası. "Ülkenizde gitar kültürü ile Segovia repertuarının kullanılması ve yayılmasındaki katkılarınız nedeniyle" diye yazı yazmışlar bana. Dünyada gitarcı olarak ikinciyim bu ödülü alan. Birincisi Paco Cuenca. Gitarın sahibi diyebileceğimiz Andres Segovia’nın İspanya’daki resmi vakfının ödülü bu. Ödül töreni kasım ayında. Orada bir konser vereceğim. Konserin akabinde de ödül takdim edilecek. Orhan Pamuk kadar derinlemesine girebilir miyiz bilmiyorum ama bir konuşma yapacağım.  İlkin Aktüze’den başlayarak dünyada tanınan çok Türk gitarist var. Bir zamanlar "Gitarın da klasiği mi olurmuş" diyen Adnan Saygun görseydi  yanıldığını kabul edip mutlu olurdu.

KONSERVATUAR: ÖĞRENCİLERİMLE ÇALMAK GURUR VERİR

Halka ulaşmak, halka bir şey vermek demektir. Halkın vaktini çalmak demek değildir. Urfa, Gaziantep, Muğla’ya gidiyorum salon doluyor, halkla bütünleşiyorum. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarındaki öğrencilerim arasında İranlı da var, İzmirli de.  Özel ders vermiyorum. Yılda ortalama 70-80 konser veriyorum. Bir ara 100’ü geçiyordu, biraz azalttım. Çok yoruluyordum, yeni repertuar için vaktim kalmıyordu. Bugüne kadar Kanada’dan, Japonya’ya kadar birçok ülkede konser verdim. Birlikte konser verdiğim sanatçılar arasında Hiroki Terashima, Jorge Cardoso, Ayhan Erman, Ekrem Öztan başta gelir. Öğrencilerimle çalmaktan gurur duyarım.

MÜZİKTE HAYALİM: GİTAR PİYONERİYİM

Gitar virtüözü olarak anıyorlar beni ama her şeye zaman karar verir. Kendi kendimize verdiğimiz kararlarla kendimizi tanımlamamamız lazım. Başkalarının verdiği de kendi kararlarıdır, virtüözlük nedir o da ayrı bir konu. Beste virtüözü yok ki, gitar virtüözü olsun. Ben gitardan ziyade kültüre hizmet piyoneriyim. Müzikte hayalim, bütün çalışmalarımı belgelemek. Ben gittikten sonra ne beni efsaneleştirsinler, ne de yerden yere vursunlar. Neysem oyum işte. Bugüne kadar "Anatolian Pieces", "Popular Classics", "Italian Baroque Music" ve "Erdener Integration" adlı dört albümüm çıktı. "Dedications" projesi galiba iki CD olacak. Sonatlar da kaydedildi, piyasaya çıkma aşamasında. Piyasada ciddi sorunlar var. 1996’da çıkardığım plak 50 bin sattı. Artık albüm satmıyor çünkü devlet işini yapmıyor. Korsanı önlemiyor. Biz müzisyenler zabıtalık yapabilir miyiz? Rus Pazarı’nda albümümü gördüm. "Benim plağımı illegal satıyorsun" dedim. "Eee ne yapayım" dedi adam. Bir de dayak mı yeseydim orada?

İLK GİTARIM: GİTAR KOLEKSİYONUM VAR

Babam, Mamak’ta ucuz bir gitar bulmuş. Gittik, önünde karpuzlar, bardaklar olan market gibi bir dükkân. Tavana astıkları o amatör gitarı 195 liraya taksitle aldık. İlk ciddi gitarıma İngiltere’de mahalli bir gitar yarışmasında kazandığım ödüllerle sahip oldum. Şimdi artık gitar koleksiyonum var. 40’ı geçti. O gitarlarla adeta sevişiyorum. Her zaman yanımda yöremde üç beş gitar olur. Hepsi benim evladım. Konserlerde o gün hangisi denk gelirse onunla çalıyorum. Segovia’nın gitarını yapan İspanyol usta Contreas’ın elinden çıkma gitarla da çıkıyorum, Ramirez’in yaptığıyla da. Konserden kazandığım paraları biriktirip gitar alıyorum. Bana haberler geliyor, "Şöyle tarihi bir gitar var şu gitarcı tarafından çalınmış, ilgilenir misin?" diye. Hâlâ almak istediğim gitarlar var.

İLK SANAT DERSİM: ÖNCE RESSAM OLMAK İSTEMİŞTİM

Babam Ziraat Bankası’nda çalışıyordu. O tayin oldukça biz de dolaşıyorduk. Ortaokul 2’ye kadar Osmaniye, Kırıkhan gibi çeşitli yerleri dolaştık. Hayatımın en mutlu anlarıydı o günler. Hayatı, sevgiyi tanımaya, tanımlamaya gayret ediyordum. İlk ciddi isteğim, ressam olmaktı. Hayat mecmuasının orta sayfasındaki ünlü ressamların resimlerini kopya etmek bende büyük bir tutkuydu. Hayat mecmuasının gelişini özlemle beklerdim her hafta. Bir gün heyecanla orta sayfayı açtım. Yamuk yumuk bir resim. Babam akşam geldi, baktı, "Ansiklopediye bakalım belki biz anlamıyoruz" dedi. Ansiklopediye baktık, Pablo Picasso! Benim ilk sanat dersim oldu. Bir sanat eserini acımasızca eleştirmeden bir kere daha düşünmek gerektiğini öyle öğrendim. Ne zaman büyük bir sanatçının müziğini sevmesem aklıma hemen bu Picasso olayı geldi. "Sevmiyorsan sende bir hata olabilir" dedim kendime.

MÜZİK HAYATIMDA YOKTU: DEDEMİN TÜRKÜSÜ ÇOK TUTTU

Çocukken müzik hayatımda hiç yoktu. Radyoda denk gelirse dinliyorduk. Annem şarkı söylemezdi, babam bir türkü bilirdi: "Ham meyvayı kopardılar." Dedem Yemen harbinde esir düşmüş, yıllar sonra dönmüş. Nişanlısı olan babaannem onu ilk gördüğünde "Ham meyveyi kopardılar dalından beni ayırdılar nazlı yarimden’ şarkısını çok söyledim" demiş. Babam bu türküyü o yüzden sevmiş. İlk kaydım o türkünün Ertuğrul Bayraktar düzenlemesi oldu. Öyle içimden gelerek çaldım ki, yurtdışındaki birçok gitarcının da ilgisini çekti ve repertuarlarına aldılar.

OTELLERDEN NEFRET EDERİM: GEZİLERE SANDVİÇ GÖTÜRÜRÜM

Belki de çok gezmekten oldu. Dışarı çıkmaktan hoşlanmıyorum. Otel yemekleri ve oda servislerinden nefret geldi bana. O nedenle kısa süreli yurtdışı gezilerde buradan sandviç götürüp odada yiyorum. Yemek kültürümüz de kendimize göre farklı tabii. Sandviçlerimi eşim, hayat arkadaşım Leyla hazırlıyor. Evliliğimiz de iyi gidiyor. Onun avukat olması bendeki eksikleri tamamlamasını sağlıyor.

KONSER SALONU YOK: CAMİLER KLASİK KONSERLERE AÇILMALI

Bir röportajda, "Klasik müziğin halka yayılması için ne yapılabilir" diye sormuşlardı. Klasik müzikle ilgilenen çok insan var, onlara konser verilemiyor. Her şehirde camiler var. Camilerin akustiği de iyidir. "Camiler klasik müzik konserlerine açılmalı" diye o nedenle söyledim.

SOSYALİSTİM: REFERANDUM DOĞRU DEĞİL

Bir arabanın her şeyi mükemmel olsa bile bir tekeri köşeli olursa o araba yürümez. "Bu araba mükemmel" de diyemezsin.  Onun için bu referandumun doğru olmadığını düşünüyorum. Siyasi görüşü olmayan cahildir; görüşü olmamasına rağmen siyaset peşinde koşan da aşağılıktır. Sosyalist görüşteyim. Kavgaya inanmam ama ODTÜ’deyken yakın arkadaşlarımın ölümünü gördüm.

SESSİZLİĞİ SEVERİM: BEN GECE ADAMIYIM

Ben gece adamıyım. Geceler daha sessizdir, sessizliğin sesi iyi gelir. Bir de gündüzleri telefon çok bölüyor, gece telefon gelmiyor. Gitarın sesini daha iyi duyabiliyorum. O yüzden geceleri çalışırım. Hayal kurmak için de gece daha verimli oluyor. Teknolojiye pek yakın durmuyorum. 3-4 bin CD’den oluşan bir müzik arşivim var. Ama arşivimi bilgisayara aktaramadık hâlâ. O arşivden yararlanarak dokuz yıldır TRT 3’te program yapıyorum.

FAZIL SAY’IN SÖZLERİ:  ARABESKLE İLGİLENMİYORUM

Fazıl Say, "Arabesk yavşaklıktır" derken ne kastetmiş bilemiyorum. Fazıl ilgilendi ve söylüyorsa haklıdır. Fazıl yıllarını müziğe vermiş, başarılı bir piyanist.  Ben arabesk müzikle ilgilenmediğim için ne Fazıl’a haklısın ne de öbürlerine haksızsın diyebiliyorum. Unutmamak lâzım, tüm uzmanların aynı görüşte olmaları hepsinin yanıldığı anlamına da gelebilir.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET / 22 AĞUSTOS 2010