AĞLAYAN KOMANDO EFSANEYİ SONA ERDİRDİ

...

“AĞLAYAN KOMANDO” BİR EFSANEYİ SONA ERDİRDİ

Hürriyet’in, “Ağlayan komando” manşeti büyük yankı uyandırdı. Mavi Marmara gemisine baskın sırasında yaralanan İsrail askerlerinin fotoğraflarının yayınlanmasına okurlardan da eleştiriler geldi. Okurlar Hüsamettin Kurt, Serhat İşsever, Tuba Hoca, Ahmet Atılgan, özetle “Bu fotoğrafların İsrail’in işine yarayacağını” savunuyor; “Siz hangi saftasınız?” diye soruyorlardı.

Olayın yarattığı heyecan dalgasının yüksekliğinden olsa gerek, bu tartışmayı başlatanlar, Hürriyet’in, ilk günden itibaren verdiği haberleri gözden kaçırıyor. Hürriyet, 1 Haziran’da “Dünya ayakta: Uluslararası sularda kanlı operasyon”, 2 Haziran’da “Eskisi gibi olmayacak”, 3 Haziran’da “Çözemezsen görüşmem”, 4 Haziran’da “İsrail savcıda”, 5 Haziran’da ise “Gülen’den gemi yorumu” manşetleriyle çıkmış; İsrail komandolarının Gazze’ye yardım gönüllülerine karşı uyguladığı şiddeti eleştirel bir yaklaşımla haberleştirmişti. Gemiye inmeye çalışan ilk İsrail komandolarının gönüllüler tarafından dövülmesi, yakalanması ve de tedavi edilmesi, baskının o güne değin gölgede kalan bir yönüydü. Bu fotoğrafların yayınlanması, baskının o yönünün de açığa çıkmasını sağladı. Türkiye’de yaşayan insanlar, resmin bütününü görebilme fırsatı buldular.

Hürriyet, bu fotoğrafları kullanmasaydı denebilir mi? Kesinlikle hayır. Bu gerçeğin üzerinin örtülmesi olurdu. Ne yazık ki, bazı gazeteciler bile bu fotoğrafların yayınlanmasına “Öncelikle kimin işine yarar?” sorusu üzerinden yanıt aradılar. Halbuki bir gazetecinin her olayda sorması gereken ilk soru, “Gerçek mi?” sorusudur. Çünkü gazetecinin öncelikli ve asli görevi gerçeğin insanlara ulaştırılmasıdır. Medya etiği konusunda saygın bir isim olan Ragıp Duran’dan bir alıntıyla vurgulayayım gerçeğin gazetecilik açısından önemini:

“…gerçeğe olan sorumluluğumuzdan taviz verdiğimiz zaman gazetecilik biter. Yani gerçeğe karşı vicdani sorumluluğumuzu yerine getirmediğimiz andan itibaren gazeteci değiliz, propagandacıyız, patronun yahut editörün ya da okurun ‘damı’yız.”

İşte bu kadar nettir gazeteci ile gerçek arasındaki ilişki. Gazeteci, “Ağlayan komando” fotoğraflarında olduğu gibi gerçeği gizleyemez. Gerçek, her zaman –hemen anlaşılmasa bile- insanın, doğrunun lehinedir. Gerçek, yanlışı savunan, insan haklarını hiçe sayan bir gücün işine yaramaz. Bir yardım gemisinde direniş tartışmalı olsa bile bu fotoğraflar, İsrail’in dokuz kişiyi silahlarla tarayarak öldürmesine haklılık kazandıramazdı.

Bu fotoğraflar gemideki yumruklu, demir çubuklu direnişi göstermesinden çok, İsrail komandolarının ne kadar zayıf olduğunu kanıtladı. Dünyanın en parlak komandoları, gönüllülerin demir çubukları karşısında gözleri korku saçan delikanlılara dönüşmüştü. Bu fotoğraflar sayesinde bir efsane sona erdi.

Tam da bu düşünceyle olsa gerek İHH, bu fotoğrafları “Bunlar mı sizin cesur askerleriniz?” başlığıyla yayınladı. İHH, web sayfasının girişine de “İsrail’in cesaret ödülü vermeye hazırlandığı Şayetet 13 birliği komandolarının panik ve korku içerisindeki fotoğraflarını İHH çekti ve bütün dünya medyasına servis etti” diye yazdı. Ne yazık ki, bir kafa karışıklığının sonucu olarak bu sayfa yayından kaldırıldı. İHH yöneticileri bununla da kalmayarak suçlamalara başladılar, fotoğrafların kaynağı konusunda çelişkili açıklamalar yaptılar.

Zaten o haberde imzası olan Selçuk Yaşar da fotoğrafları İHH Genel Merkezi’nde bir gönüllünün hafıza kartından özel bir programla çıkardığını, hatta bunu o gönüllüye bile söylemediğini anlattı. Komplo teorileriyle bunun tersini iddia etmek en hafif deyimle haksızlık. Yaşar’ı bu fotoğrafları günyüzüne çıkardığı için kutluyorum.